Geçen seneydi. O akşam halısaha maçından çıkmış eve doğru yürüyordum. Maçta yenilmiştik ama mağlubiyete değil de bir tane bile gol atamamış olmama hayıflanıyordum. Defansta oynuyor olsam yine üzülmezdim ya da orta sahada… Takımda tek bir forvet vardı o da bendim. Benden tek bir beklenti vardı o da gol atmak. Bense değil gol atmak, adeta bir defans oyuncusu gibi gol pozisyonuna dahi girememiştim. Rakip forvet bizi darmadağın ederken ben ellerim belimde hava toplarında kuramadığım hakimiyetlere, ceza sahasında buluşamadığım asistlere, kornerlerde kavuşamadığım kafa toplarına isyan ediyordum. Daha önce dediğim gibi, yenilmiş olmak değil de gol atamamış olmamdı beni asıl üzen. Ben gol atayım da ziyan yok yine yenilelim diyordum içimden. Sadece takımın yenilmesi mi… Yeter ki gol atayım da patatesin kilosuna zam gelsin umurumda mı? Hayat daha pahalı olsun, sular akmasın, elektrik kesilsin, dolmuş bulunmasın, uyku gelmesin, talih gülmesin, keder ölmesin de ben hep fileleri havalandırayım. Hayır, uçmadım. Son yirmi maçtır gol atamadığım için tüm bunlar. Bir halısahada ortalama bir defans bile yirmi maçta en az beş gol atar. Halısaha lan bu. Maçlar zaten 13-11, 16-12, 14-14 gibi skorlarla sonuçlanıyor. Yirmi maçta aşağı yukarı 200 gol attık. Bu takımda benden başka forvet yok. Hata… Benden başka herkes forvet bu takımda. Yirmi haftadır hayata küstüm. Moralimin bozulduğu yetmezmiş gibi, yorulduğum, sert faullere maruz kaldığım yetmezmiş gibi bir de para veriyorum maça çıkarken. Ben de ‘bir kazanayım bir daha asla’ diyen kumarbazlar gibiyim. Bir gol atayım diyorum, top çizgiyi geçsin geçmesin yeter ki bir gol atayım tövbe edeceğim futbola. Ama gelmiyor, bir türlü gelmiyor o gol.
Yarım saattir yürümeme rağmen eve hala varamamıştım. Hepinizin bildiği üzere halısahayla bizim ev arası yürüme en fazla yirmi dakikadır. O halde neden hala eve varamamıştım? Yorgunluktan, yorgunluğun insanı ağır yürümeye mecbur etmesinden olabilir mi? Neden olmasın. Hem yarım saattir son yirmi maçın analizini yaptığım, bağlanan basiretimle ilgili her türlü bilimsel argümana başvurduğum da gözden kaçmamalı. Kim bilir bu yoğun düşünceler arasında belli aralıklarla yolda durup dakikalarca kendi kendime konuştuğum bile olmuştur. Tüm bunlar eve neden hala varamadığıma açıklık getirecek nitelikte. Öyle ama şimdi ben ne yapacağım? Daha yürünecek yol varsa zaman geçirecek de bir şey bulmak lazım. Öyle kuru kuru yürümek olmaz. Ne o ayol, bir şeyler atıştırmadan televizyon izlemek gibi. Ayıptır söylemesi, televizyon izlediğim zaman (ki izlediğim reklam bile olsa) bir şeyler yemeden yapamam. Küçüklüğümden kalma bir alışkanlık olsa gerek. Çizgi film izlerken abur cubur yemeye bayılırdım. Şimdi de yürürken vakit geçirmek için bir şeyler mi yeseydim acaba. Hayır, yürürken yemekle meşgul olamazdım. Hem bu saatte açık bir yer de bulamazdım. Hepinizin tek tek adı gibi bildiği üzere bizim buralarda bu saatlerde açık yer bulmak çok zor olur. En iyisi bir şeyler düşünmekti. Ama ne düşünmeli? İlgimi çeken hiçbir şey yoktu bu hayatta. Bir hedefim, bir gayem de. Tek uğraşım futboldu, onda da yaşadığım felaket ortadaydı. Yolun kalanında futbolla ilgili bir şey düşüneceksem bu kendime olan kızgınlığımı daha da artıracaktı. Zaten gergindim, sinirlerimi daha fazla germenin anlamı yoktu. O halde ne düşünmeliydim? Aşk, sanat, uluslararası ilişkiler, dünyanın geleceği, madenler, uzay, bilim, tahvil, bono… Hiçbiri ilgimi çekmiyordu. Hadi oradan, hiçbiri hakkında en ufak bir fikrim yoktu.
Düşüneceğim şeyi hala bulamamıştım ve yürümeye devam ediyordum. Kafam oldukça karışıktı. Bir sokağı geride bırakmıştım ki tam karşıda üç kişinin ayaküstü konuştuğunu gördüm. Bunlar bizimkilerdi. Ayaklarındaki kramponlardan ve bana kadar gelen seslerinden tanımıştım onları. Rivaldo Kadir, Ali Kroos ve İsmail Alves… Bu civarda oturuyorlardı ve beni çoktan geçmişlerdi. Yolda nasıl denk gelmemiştik, hayret. Yanı başlarına kadar yaklaşmama rağmen hala beni fark etmemişlerdi. Hararetli konuşuyorlardı. Tam selam verecektim ki kendi adımı duydum. Duyunca da durakladım ve dinlemeye koyuldum :
“Abi bir de adamın bizim kaleye gol atma ihtimali daha fazla. Rakip korner kullanırken arada bir bizim kale önüne geliyor. Korkuyorum ilk golünü kendi kalesine atacak diye.”
“Yirmi maç nedir ya. İnsan şans eseri gol atar.”
“Beyler şaka bir tarafa, artık konuşalım onunla.”
“Ne diyeceğiz abi; gelme mi diyeceğiz adama. Ayıp olur oğlum.”
“Diyeceğiz abi. Açık açık söyleyeceğiz. Bunu aslında onun düşünmesi lazım ama herifte de hiç utanma yok mudur nedir; takıma zerre katkı sağlamadığı halde güle oynaya geliyor her maça.”
“O zaman direk söylemeyelim de bir bahane filan bulup… Gerçi onu da nasıl yapacağız?”
“Artık maç oynamayacağız filan desek… Aboneliği iptal ettik falan…”
“Ya maç saatinde gelir görürse. Ayıp olur o zaman.”
“Bu ayıp onun hala maça gelmesinden daha büyük olmaz emin ol.”
“Her ne olursa, bir bahane bulup konuşmak lazım. Ya da olduğu gibi yüzüne söylemek…”
Beni fark etmeden dağıldılar. Dar yolu olan bir sokağa saptılar. Yürürken yine konuşmaya devam ediyorlardı. Kısık da olsa duyabiliyordum hala. Kaldırıma oturdum. On dakika kadar hiçbir şey düşünmeden oturdum. Hiçbir şey düşünmeden kalktım. Hiçbir şey düşünmeden yürümeye başladım. Bir yarım saat kadar daha yürüdüm. Hala eve varamamıştım. Artık çok yorulmuştum. Ayaklarım beni zor taşıyordu. Bir yarım saat daha geçmişti ve ben hala yürüyordum. Sanırım bizim ev taşınmıştı. Ne oluyordu? Yaşadığım trajedi yüzünden sokakları karıştırıyor olabilir miydim? Hayır. İşte her zaman geçtiğim yollar. Durmadan yürüyordum ama bir türlü eve varamıyordum. Vakit gece yarısı olmuştu. Sokaklarda kimsecikler yoktu. Üşüyor ve korkuyordum. Hala üşüyebiliyor ve hala korkabiliyor olmama şaşırmıştım. Sonra hiçbir şey hissetmeden yeniden yürüdüm. Yeniden yürüdüm. Ara vermeden yürüdüm. Hala yürüyorum. Başka bir yerde değilim. Yanlışlıkla şehir değiştirmedim. Sokaklar hala aynı. Zaman yine gece yarısı. Üzerimde yine maç kıyafetleri var. Hala evi arıyorum.
Ahmet Memnun
Bir Cevap Yazın