Gizemli ihtiyar kahveye gireli beş dakika olmuştu. Beş dakika insan ömrü için gayet kısa, ancak olağandışı bir durum için çok uzun bir zaman sayılabilirdi. Mahalleli için de öyle oldu bu. Sadece vaktin uzun gelmesi değildi sıkıcı olan. Bu ihtiyar, artık her kimse, eski yüzyılların toprağına nazar etmiş hissi uyandıran o soluk gözleriyle karşılarına dikilmiş, her birini içine çekecekmiş gibi süzüyordu. Toprak… toprak ya! Üstüne mi, yoksa altına mı nazar etmişti acaba? Karşılarında duran, nefes almaktan geri kalmayan, ama hiçbir canlılık emaresi de taşımayan bu adam bir ölü olabilir miydi? Biri, “Terzi Nezih bu” demişti demin. Kimdi o soytarı?
Kahvede çıt çıkmıyordu. Kimi tedirgin, kimi şüpheci, kimi korku dolu, kimi asabi, kimi şaşkındı; ancak herkeste kuvvetli bir heyecan olduğu aşikardı. Ufaktan dudaklar kıpırdamaya, fısıltılar dalgalanmaya başladı. Kimdi bu ihtiyar? Neden buradaydı? Ne istiyordu? Mahalleli kendi arasında tartışıp, ihtiyarı adeta yok saymış bir vaziyetteyken, Kahvede Uyulması Gereken Kurallar Kılavuzu’nun yazarı ve Türkiye Çıraklar Birliği Genel Sekreteri olan Sabahattin duruma el koyarak ihtiyara, “Dede çayın ne’li olsun” deyince olanlar oldu. Ustası Memduh Keman’ın da içlerinde bulunduğu bir grup tarafından tezgahın altındaki çöp kutusuna sığınana kadar bozuk para yağmuruna tutuldu. Herkes çırağın patavatsızlığına kızmıştı, ancak ustasının derdi başkaydı. Bir çay ne’li olabilirdi Allah aşkına. “Kakaolu olsun Sabahattin! Sanki dondurma bu. Sütlü falan demeyin şimdi. Sütlü çay mı olur? Yılların kahvecisiyim, şu çırak yüzünden düştüğüm duruma bak.” Memduh Keman sakinleşince Veteriner’in fikri doğrultusunda Yaşar Daima’yı, bu bir asrı devirmiş koca bebeği sandalyesiyle beraber masaların ön tarafına, gizemli ihtiyarın tam karşısına getirdiler. “Kim bu adam, tanıyabildin mi?” diye sordular ona. Yaşar dikkatle baktı ihtiyara. Sağ elinin işaret parmağını bir şey söyleyecekmiş gibi ona doğru uzattı. Ama titreyen parmağı havada çok kalamadan çenesini kavradı. Neredeyse ihtiyarı çıkaracakmış gibi parmaklarını yüzünde uzun bir süre gezdirdi. Herkes heyecana kapıldı. Başını yavaş ama manalı bir şekilde bir aşağı bir yukarı sallamaya başladı. “Kim?” diye tekrar sordular ona. “Napolyon” dedi Yaşar Daima. Bu çok büyük bir hayal kırıklığı meydana getirdi. Ama dahası da vardı. “İbrahim” dedi Yaşar. “Hangi İbrahim” diye sordu yeniden umutlanan mahalleli. “Müteferrika” diye yanıtladı Yaşar. Mahalleli galeyana geldi. Hemen o an birkaç kişi mahalle mezarlığında çok derin bir mezar kazmakla görevlendirildi. Yarın için herkes Yaşar’ın cenazesine davet edildi. Neyseki Veteriner’in devreye girmesiyle Yaşar’ın soyadının değiştirilmesine karar verildi. Daima’nın yerini Yeterince’nin alması ömür kısaltır mı bilinmez ama Yaşar ne yapsa Veteriner’in hakkını ödeyemezdi.
“Ben Nezih… Terzi Nezih…” dedi gizemli ihtiyar.
Yer yerinden oynadı kahvede. Bayılanlar oldu. Bazıları hafıza kaybı yaşadı. Birkaç kişinin alnında ve gözlerinin etrafında kıllar çıktı. Kimileri konuşmayı unuttu. Vasiyetini yazmaya koyulanlar oldu. Ancak ihtiyarın söyleyecekleri daha bitmemişti. Şunu da belirtmek gerekir ki asıl konu hariç ihtiyarın konuştukları anlaşılacak türden değildi. Ya çok gizemli konuşuyordu, ya da ne dediğini kendi bile bilmiyordu :
“Konuşmayı sevmem. Bu yüzden fazla uzatmayacağım. Artık benim olana döndüm. Dakika bitti. Yüzyıl sona erdi. Ölüm, sonsuz uzunlukta kefen siparişi verdi. İplik yarım, gurbet acı, hava ılık, havlu kuru, çimen sarı, baston kırık, lamba sönük, yufka bayat… Baykuş öteli birkaç yıl oldu. Hiçbir hayvan sır tutmaz. Bir ölü yalan atmaz. Uyku diye bir şey yok. Sen gerçek değilsin. Dediğim gibi, artık benim olana, yerime yurduma, sahibi olduğum topraklara, mahalleme geri döndüm. Beni siz çağırdınız. Tavuğun yumurtayı, horozun tavuğu, sabahın horozu, karanlığın sabahı çağırdığı gibi. Her konuşmanızı duydum. Her meclisinizde bulundum. Gölge canlandı. Sadece zaman geri dönmez. Ama eksik, eksik… Dükkanım yok. Zalim eller yıkmış onu. Aynı yere, aynı haliyle yapılacak. Beni dinleyin. Soru yok, söz yok… Ölülerle konuşulmaz. Yasak, yasak… Sadece dinleyin ve denileni yapın. İtirazın canı cehenneme. Sorgu yok. Bela… bela… Vakit kaybetmeden dükkanın yapılması gerek. Size yarın akşam sekize kadar süre. Bulabildiğiniz kadar para bulun. Nakit yoksa altın, gümüş, yakut, zümrüt… Ayrılık Diyarında tanıdığım işinin ehli ustalar var. Onlara yaptıracağım. Mahalle yeniden eski ihtişamlı günlerine dönecek. Bunun için para bulmanız lazım. Para… para… para… Bir gününüz var. Yarın akşam tam sekiz…”
İhtiyar kahveden çıktıktan sonra bir süre kimse konuşamadı. İnanılmaz bir saçmalıktı bu. Ama kimsenin akıl yürütecek hali yoktu. Kavradı mı bir daha zor bırakan bir şaşkınlık tarafından kucaklanmıştılar. Ne demişti ihtiyar? Tavuk, ölüm, yumurta, gölge, sabah, yufka, baston, zaman, soru, sorgu, itiraz, yasak, para… para… Evet para… Terzi Nezih, o efsane, ölüm uykusundan uyanmış, mahalleye geri dönmüş, dükkanını tekrar açacağını söylemiş, bunun için de mahalleliden para istemişti. Yarın akşam sekize kadar demişti. O halde ne yapıp edip yarın akşam sekize kadar bir ölüyü (bir efsaneyi) memnun edecek parayı bulmak gerekiyordu. Artık neresi oluyorsa, Ayrılık Diyarından usta getirtecekti adam sonuçta. Elbet pahalıya patlardı bu.
O gece kimse yastığa başını koymadı mahallede. (Bu, rüya görmedikleri anlamına gelmiyor.) Kimsenin uykuyu, dinlenmeyi düşünecek vakti olmadı. Hepsi, tarihten gelen o eşsiz sürprizin korku ve sevinçle karışık heyecanı içindeydi. Mahalleye adını veren efsaneyle bir arada yaşayacak olma azımsanacak bir lütuf olamazdı. Para, çok para bulmak gerekiyordu. O gece hiçbir evde ışık sönmedi. Binlerce plan yapıldı kuşkusuz. Böylece sabahladılar.
Kimin ne birikmişi varsa hepsi onu ortaya döktü. Bazıları borç para alıp desteğini sundu. Yastık altlarında hiçbir şey kalmadı. Kıyıda köşede unutulmuş bir bozukluk için bile dolaplar, elbiseler arandı. Hiçbir kadının kolunda bilezik, koynunda kolye bırakılmadı. Genç kızların bilekliklerine dek uzanıldı. Yüzükler, küpeler, altın dişler torbaları doldurdu. Bankadan kredi çekenler, köydeki tarlasını satanlar oldu. Eski püskü de olsa arabalarını yok pahasına satanlar oldu. İneğini, iş yerini, evini derken; mahalle satacak hiçbir şeyi kalmayanlarla doldu. Muhtar görevden uzaklaştırıldı. Terzilik yapan iki dükkan kapatıldı. Hakkı, Cemil, Sinan, Enes ve Nedim’e, bu beş iflah olmaz gence bir an önce evlenmeleri konusunda yoğun baskı yapılmaya başlandı. Terzi Nezih’in, manevi dedelerinin karşısına bir berduş gibi çıkmaya hakları yoktu çünkü. Milyoner Yener’in durumu çok tartışıldı. Evet, milyonlarca doları vardı Yener’in, ancak Terzi Nezih eski topraktı, yerliydi, milli değerleri içinde barındıran bir simgeydi; bu yüzden ne kadar çok olursa olsun dolarlarla dolu bir takdime yüz ekşitebilirdi. Oybirliğiyle Yener’in saf dışı bırakılmasına karar verildi. Üzülen Yener’in o gün 43 milyon dolarını yaktığı söylenir. Ruhi Dragon sabahtan beri gözükmüyordu. Oysa Melih Mendebur bile varını yoğunu verenler arasındaydı. İlginçtir, Mendebur ilk defa kendisinden beklenmedik şekilde, adeta iyi yürekli bir insan evladı gibi davranıyor, daha çok para bulmaya çalışıyor, mahalleliyi teşvik ediyor, Terzi Nezih için bir şeyler yapmayı kendi hayatından daha fazla önemsediğini söylüyordu. O gün herkesin takdirini kazanmıştı Mendebur. Şimdi de sırf para bulabilmek için uzak ilçelere
, oralardaki akrabalarına gidiyordu. Geç kalmamak için koşacağını söylüyordu. Ağlıyordu Mendebur. Herkesi de ağlattı bu yüzden. Terzi Nezih’in dönüşü pek çok şeyi değiştiriyordu. Kötü bir adam, saygı duyulan biri haline dönmüştü bir anda.
Sonunda akşam olmuş, herkes kahvede toplanmıştı. Birazdan sekiz olacaktı saat. 170 bin lira nakit para, 20 bilezik, 7 kolye, 23 yüzük, 5 altın diş, 36 küpe ve 24 bileklik bir bakkal poşetinin içinde duruyordu. Bu mevcutla güzel bir dükkan açılabilirdi kuşkusuz. Ayrılık Diyarının ustaları da tatmin olursa hiçbir pürüz kalmazdı. Her şey yolunda gidiyordu. Tek eksik Ruhi Dragon’du ama bu Harpagon torunu kızgınlıktan çok gülerek anılıyordu. Bir de Mendebur gelmemişti hala. Yol uzundu
, para bulmakta da sıkıntı yaşamış olabilirdi pekala.
Tam sekizde Terzi Nezih kahveye girdi. Herkes ayağa kalktı. Aceleci bir hali vardı Nezih’in. Birkaç saniye kahvedekileri süzen gözleri, masanın üzerinde duran torbaya takıldı.
“Nasılsınız efendim?” dedi biri.
“Soru yok” diye yanıtladı Terzi.
Çıt çıkmadı hiçbirinden. Torbayı ona uzattılar. Titreyen elleriyle onu tuttu Nezih. Kahveden çıkıp gitmek için geri döndü. Herkes şaşırdı. Tam kapıdan çıkarken yalnızca başını çevirdi onlara ve bir süre baktıktan sonra şunları söyleyip çıktı :
“Yarın akşam yine burada… sekizde… balık avı sabır ister… Ayrılık Diyarından yedi usta yarın gelecek. Horozun ikinci ötüşüyle çalışma başlayacak. Mezar taşları yerine oturduğunda bu mahalleden yıldızlar geçecek. Merak yok… bekle ve bul… bulduğunda haline yan… ger ya da zek… herkes sussun… işin rengi anlaşılana dek… hadi ben kaçtım.”
“Ne güzel konuştu” dedi biri.
“Tane tane.”
“Şiir gibi.”
O gece mahalledeki herkes mışıl mışıl uyudu. Tatlı rüyalar gördüler. Sabah olduğunda herkeste içten bir neşe vardı. Fakat o gün Terzi Nezih görünmedi. Dert etmediler. Yarın da sonraki gün de gelmedi Terzi. Ayrılık Diyarındaki ustalar hala gelmemişti anlaşılan. Şu ölüler de ne tembel oluyordu. Ruhi Dragon para mevzuları bitince ortaya çıktı. Melih Mendebur birkaç gün içinde geri döndü. Para bulamamıştı ve bunun için çok üzgündü. Terzi Nezih’in hala görünmediğini duyunca daha da üzüldü ama mahalleliyi de teselli etmekten kendini alamadı. Efsanelere zaman tanımak gerekirdi
, bugün gelmese, yarın gelmese, daha sonraki günler mutlaka gelecekti ne de olsa. Hak verdiler Mendebur’a. Fakat aylar geçip gidiyordu. Terzi Nezih hala ortalarda yoktu. Bundan sonra da hiçbir zaman gelmeyecekti.
Mahallede kimse dikkatli değildi. Gözden kaçan, fark edilmeyen onlarca şey oluyordu her gün. Bir akşamüstü meydandaki çöp kutularından birine eskimiş gri bir elbise ve fırçayı andıran kocaman bir takma sakal bırakılmıştı. Hem de gelişi güzel. Ancak az önce belirttiğimiz sebepten ötürü kimse bunu fark etmemişti. Aynı dikkat Terzi Nezih meselesinin kahvede hararetle tartışıldığı ve ihtiyarın da teşrif buyurduğu o akşam da yoktu maalesef. Terzi kahveye girmeden yarım saat kadar önce birisi çaktırmadan sıvışmıştı oradan. Hayır, Dragon değildi bu. O sadece cimriydi. Başka da bir kötülüğü yoktu. İşte o birisi, Terzi Nezih’in kim olduğuna dair yapılan tartışmaların da en ateşli konuşmacılarındandı. Hatta bu konudaki neredeyse tüm tartışmaları başlatan da o oluyordu hep. Yine bu adam, Terzi Nezih’in görünüp kaybolduğu ve bir daha da görünmeyeceği bu zamanlarda adeta birdenbire zengin oldu. Ev, araba, arsa, dükkan aldı. Yatırımlar yapmaya başladı. İş adamı oldu birden. Gece kulüplerinden çıkmaz oldu. Para basıyordu hayta. Aynı dikkat burada da devreye girmedi. Miras sandılar. “Talihli adam” dediler. Ve ne yazık ki aynı dikkat şeyde de, Terzi’ye kaptırılacak para için saat sekizde kahvede buluşulacağı günde, bu adam para bulma bahanesiyle uzak ilçelere gittiğinde de yoktu.
Ahmet Memnun
Bir Cevap Yazın