ÖZET
Sobanın içindeki çoktan sönmüş odunları belki tutuşurlar diye boş yere üfleyip durdum.
GECENİN BİR YARISI
Eski günleri hatırlıyorum. Önünde saygıyla önümü iliklediğim hatıralarımı… Ellerimi uzattığımda parmaklarımın hiçbir zaman değemediği umutlarımı… Sonu hayal kırıklığından başka bir adrese varmayan çabalarımı… Işıklar içinde bana tatlı tatlı gülerken önümü dahi göstermeyen hayallerimi… Çocukluğumu… En çok da çocukluğumu hatırlıyorum. Buralardan çok uzakta… Duyuyor musun tahta kurdu? Haritada yerini bulamayacağın, gülerler diye adresini hiç kimseye soramayacağın, ne kadar gitsen de yanına yaklaşamayacağın kadar uzak bir yer… Bu çayı soğuk, bu kahvesi köpüksüz yerden çok ötede. Her şey boş. Dünyada gidilecek hiçbir yer yok. Nefes aldıracak, dinlendirecek, rahat bırakacak, baş ağrıtmayacak, bir şey beklemeyecek, sıkmayacak, boğmayacak hiçbir yer yok. Çocukluğumu… En çok onu… Hey tahta kurdu, sen sandalyeyi, ben de kafayı yiyorum. Bakalım önce kim bitirecek. Ne? “Bu hiç adil değil” mi? Anlamadım. “Sen bitiş noktasını çoktan geçmişsin dostum” mu? “Gövdenin üstünde yarısı yenmiş bir böğürtlen var” mı? Demek öyle ha! Bırak lan sandalyemi! Sana yemek verende, seni besleyende, seni arkadaş bilende kabahat. Benim değil mi oğlum, bırak şu sandalyeyi. Ben çıkıyorum. Gece de eve gelecek değilim. “Nereye” öyle mi? Sana ne! Yarısı yenmiş böğürtlenimi alıp gitmem seni ne ilgilendirir!
DAHA ÇAY SOĞUMADAN
Tahta kurdu! Nasılsın canım arkadaşım. Yapma böyle ama… Tamam, kabalık ettiğimi kabul ediyorum fakat sen de biraz olsun insaf et
, bir adım da sen gel, bir şey yap, ne bileyim, bağır istersen ama bir şey söyle artık. Sinirlerim bozuk, moralim sıfırın altında, yüreğim kırgın, kafam gergin, aklım yorgundu. Yoksa bir sandalyenin lafını eder miyim hiç, aşk olsun sana. Bak kaç defa özür diledim. Hadi gel barışalım. Küs kalmanın hangimize faydası olur ki. Bak, en fazla yarım saat dayanabildim bu kırgınlığa. Yarım saatte eve döndüm gördüğün gibi. Yoksa bunun havanın buz gibi olmasıyla, gidebileceğim herhangi bir yerin bulunmamasıyla filan bir ilgisi asla yok. Ben böyle soğuk görmedim. Artık bir ömür küsmem seninle. Ah, bir de kahve yapmayı bilseydin…
BEKLENEN
Kuş geldi. Sonunda geldi. Cam kenarında oturmuş düşünüyordum. Kafam bozuktu ve başım ağrıyordu. Camı tıklattı. Baktım kuş. Öyle sevindim ki, gören sanır iş bulmuş. Camı açtım. Harika renk karışımı, muhteşem görünüşü, ağır kanat çırpışlarıyla içeri girdi. Geldi. Hala inanamıyorum.
ZOR GÜNLER
Kuş ve tahta kurdu pek anlaşamıyor. Sürekli kavga ediyorlar. Az önce tahta kurdu evi terk edecekti de zor vazgeçirdim. Hiç itiraf etmedi ama kıskanıyor… Tahta kurdu, kuşu kıskanıyor. Bu yazdıklarımı okusa beni evden atar.
GÜZEL ŞEYLER OLUYOR
Tahta kurdu ve kuş arasında barış sağlandı. Çok şükür artık kavga etmiyorlar. Kavga bir yana çok sıkı dost oldu bizimkiler. Aralarından su sızmıyor şimdi. En çok beni sevindirdi bu durum. Artık neşe içinde geçiyor akşamlarımız. Kuş bir türkü tutturuyor, tahta kurdu sandalyeden bir çello, bir piyano, bir gitar vücuda getiriyor, ben de elimden geldiğince bu eşi benzeri bulunmayan müzik ziyafetine gerek alkış, gerek tezahürat, gerek de yuhalamalar ile eşlik etmeye çalışıyorum. Bazen derin sohbetlere daldığımız oluyor. Bunlardan bazılarını aklımdan çıkmadan yazmak istiyorum. Ah, yazmak, yapmak istediğim o kadar çok şey var ki… Hiçbirini yapamayacağımı biliyorum.
BAZILARINDAN BİRİ
BEN: İnsanın karanlık kalbi ışığa bakmakla aydınlanmıyor. Artık buna alışmam lazım. Bu karanlığa… “Yaşıyorum yalancıktan. Korkuyorum karanlıktan.” Bunu ilkokulda yazmıştım. Aslında uzun bir şiirdi fakat sadece bu cümleleri hatırlıyorum. Bu şiir yüzünden sınıftaki çocuklar dalga geçmişti benimle. Ben de yırtıp atmıştım şiiri.
TAHTA KURDU: Bu şiiri ilkokulda mı yazdın? Çocukken kimlerle saklambaç oynuyordun, ilham perilerinle mi!
KUŞ: Basit gibi görünse de derin cümleler… “Yaşıyorum yalancıktan.” O yaşta bu şuur… “Korkuyorum karanlıktan.” Karanlıktan her çocuk korkar ama bu şekilde ifade edemez.
TAHTA KURDU: Sıradan bir çocuk karanlıktan korkusunu şiirle değil, ıslanmış bir pantolonla dile getirirdi.
KUŞ: Okumayı hangi şairin şiir kitabından öğrendin sen?
TAHTA KURDU: Öğretmen okuma fişlerine “Rimbaud topu at
, Puşkin topu tut” gibi şeyler mi yazıyordu?
BEN: Şu hale bak, sınıftaki çocuklar bu kadar dalga geçmemişti benimle. Size bunu anlatanda kabahat. İyi ki şiiri yok etmişim. Yoksa malzemenin çok oluşu yüzünden mahvederdiniz beni.
TAHTA KURDU: Tahta sandalyeler arası şiir geceleri düzenleyen tanınmış bir eleştirmen olarak, eleştirmiş olduğum yeni nesil şairlerden biri tarafından hadsizce eleştirilmiş olduğum için üzüldüğümü dile getirmekte herhangi bir sakınca görmediğimi belirtmek istiyorum.
KUŞ: Bir hususa dikkatinizi çekmek istiyorum saygıdeğer eleştirmen beyefendi! Bu şair, şiiri ilkokulda yazdığını az önce itiraf ettiğinden dolayı kendisi yeni değil, eski nesil bir şairdir.
TAHTA KURDU: İlkokulda şiir mi yazılır? Nerede görülmüş bu? İp atlarken mi, yabancı evlerin ziline basıp kaçarken mi, mahalledeki bakkaldan sakız çalarken mi yazmış bunu?
KUŞ: O minicik, o yakası beyaz, o mavi önlüğün mü dar geldi oğlum manyak mısın sen!
BEN: Geçin bakalım dalganızı. Elime düşersiniz bir gün. Sizin yüzünüzden bundan sonra şiir de yazamam ben.
TAHTA KURDU: Şöhretin zirvesine doğru hızla tırmanan bir şairin edebi yönünü onun silahıyla, kelimelerle, yani kelimelerimizle öldürdük. Kendinden utanmalısın kuş! Ben de bu utançla eleştirmenlikten istifa ediyorum. Bundan sonra ne yaparım bilmem. Belki şiir yazarım.
KUŞ: Efendim siz hızlı bir insansınız.
BEN: Bu hızla ilk şiirinizi de yazmışsınızdır.
TAHTA KURDU: Ne sandınız çaylak herifler. İşte ilk şiirimden bir demet : “Yazıyorum dokunmadan. Siliyorum okunmadan.”
KUŞ: Okunmadan silinmesini rica ettirecek kadar etkileyici.
BEN: Müthiş!
TAHTA KURDU: Bu dehşete düşmüş halinizi anlıyor ve sizi kelimelere yansıtılamayan sırların kalpten çıkıp dile vuran süratiyle selamlıyorum dostlarım. Daha şair olmadan şiir gibi konuşmaya başladık iyi mi.
BEN: Biri günahkar iki şairin arasında kaldın Kuş. Bir dilek tut.
TAHTA KURDU: Üç dilek tut, üçünde de şair olmayı dile.
KUŞ: Efendim, etrafımda şair göremiyorum. Dilekler boşa gitmesin.
TAHTA KURDU: Ben sana demiştim Müştak. Bizi ancak iki asır sonra anlayacaklar. Bu makyajlı dünya iki asır daha yaşar mı orası meçhul.
BEN: Tahta kurdu sizin ömrünüz kaç yıl oluyor?
TAHTA KURDU: Kuşa sor. Eğer beni yemezse bir asır yaşarım gibime geliyor.
(Devam edecek)
Kerim Salih
Bir Cevap Yazın