Hasan da vardı o akşam. Metin ve Oğuz da vardı. Hatırlıyorum. Hafızam silinmediği halde sanki yeni yeni yerine geliyor gibi hatırlıyorum. Birbirinden çok da fazla uzak olmayan parçalar bir araya geliyor şuan. Çay yıllardır ocakta demleniyor da onu ancak şimdi içebiliyorum gibi bir his. Çok gürültülüydü araba. Hepimizi derinden etkileyen bir şarkı çalıyor, biz de eşlik ediyorduk ona. Hasan camdan dışarıyı seyrediyordu. Oğuz arabayı kullanıyordu. Metin de camdan dışarı bakıyordu. Ben de camın dışındaki o gelip geçen ancak kalıcı olacakmış gibi gelen manzaraya dalmıştım. Huzursuzduk. Gülüp eğlendiğimiz, oyunlar oynadığımız zamanlarda bile… Ne saklambaçlar oynamıştık yakın zamana kadar. Alelade bir saklambaç oyununda sırf yakalanmamak için şehir değiştiren adamlardık. Bu yüzden bazı zamanlar aylarca haber alamazdık birbirimizden. Üzgündük… Hiçbir şey yolunda gitmiyordu. Hasan’ın tırnakları uzamıyor, Oğuz’un sakalları çıkmıyor, Metin’in dişi, benim de başım ağrıyordu. Önemsiz olanlar bir yana, ağırbaşlı isteklerimiz hiçbir zaman karşılık bulmamıştı. Dördümüzün de yıllar boyu yanımızdan ayırmadığımız umutlarımız oldu. Art arda gelen hayal kırıklıklarını ayrı ayrı da olsa bir arada yaşadık. Her şey göz önündeydi. Her hayal kırıklığından sonra yeni filizlenen umutlarımıza balıklama dalmayı öğretir olmuştuk. Bir noktadan sonra bu korkunç duruma gülmeye
, onunla eğlenmeye başladık. Olması gerekenin bu olduğu, yani olması gereken hiçbir şeyin olmaması gerektiği düşüncesine kapıldık. İçimizden birinin değersiz de olsa bir isteği kabul mü oldu, hesaba çekiyorduk onu. Bir hayalin gerçekleşmesine tanık olmak midemizi bulandırır olmuştu. Kısa zamanda hepimiz birer Mark Tapley olmuştuk. Her şey ancak ters gittiği zaman neşeleniyorduk. Birimizin umudu suya düşeceğine karşılık bulsa sanki kardeşliğimize zarar vermiş gibi ayıplıyorduk onu.
Bir süre sonra tekrar eski halimize döndük. Kırılmış ve hırpalanmıştık. Sürekli umut ediyor, hep hayal kırıklığına uğruyor
, bu duruma çok içerliyorduk. Bu sefer daha kötü oldu ama. En küçük, en basit tersliklerde bile çileden çıkıyor, hayata ağza alınmayacak iltifatlar yağdırıyorduk. Hasan
, hiç izlemediği halde artık sinyal vermeyen bir kanala kızdığı için Metin’i boğazlamaya kalkmıştı bir keresinde. Hiçbirimizin aklı başında değildi. Yemeden içmeden kesilmiş, zayıflamaya başlamıştık. Yenik düşmüştük. Kaçanlar, kambur balinalar gibiydi. Hasan’ın sevdiğini başkasına verdiler. Oğuz’un yıllarca girmek için uğraştığı işi torpille elinden aldılar. Metin’i yarı yolda yüzüstü ortada bıraktı güvendiği insanlar. Bense eline çekiç verdim kafamı kıranların.
Şimdi… Yani arabanın içinde olduğumuz o an… Çok yeni, çok acayip bir durumdaydık. Geçtiğimiz bir ay içinde olmuştu ne olduysa.
Sürekli bir şeyler istedik bu hayattan. Durmadan hayal kurduk. Devamlı umut ettik. Peki, değer miydi gerçekten? Bu hayatta peşinden terlenecek, uğrunda ömür tüketilecek ne var? Soluyor, eskiyor, değerini yitiriyor her şey. Köpüklere tutkuyla bağlı olmak… Dalgalar kumsalda köpükler bırakıyor ve köpükler anında kayboluyor, sonra dalgalar yeniden yeniden yeniden köpükler bırakıyor. Sonra o köpükler yine kayboluyor. O halde ne yapmalı? İstememeli… Evet, hiçbir şey beklememeli bu hayattan. Bir umudun daha gözden yaş olup akmasına izin vermemeli.
Bu yeni fikir etrafında sıkıca kenetlenmiştik. Hatta ondan caymamak için, fikrin olduğu gibi yerine oturması için çok keskin bir karar daha vermiştik. Oğuz’un arabasına atlayacak, direksiyonu dağlara çevirecek, yakıt nerede biterse orada yaşayacaktık. Artık bu yolun dönüşü yoktu. Bize yüz vermeyen hayata biz de prim vermeyecektik. Bundan böyle kendi hayatımız yalnız kendimizi ilgilendirecekti.
Yolculuğumuz ara vermeden devam ediyordu. Evler, yaşam belirtileri çoktan geride kalmıştı. Son bir saattir canlı namına hiçbir şey görmemiştik. Ağaçlar kimi yerde sıklaşıyor, kimi yerde seyrekleşiyordu. Hava iyice kararmıştı. İki saat kadar daha gittikten sonra yakıtımız bitti. Kahramanca birbirimize gülümseyerek arabadan indik. İner inmez soğuktan kaskatı kesildik. Hava buz gibiydi. Ancak soğuk hava dalgasının etkisi altına alamayacağı kaynayan bir zafer kazanmıştık o an. Kendimizle gurur duyuyorduk. Arabanın önünde bir araya gelip zafer çığlıkları attık. Bağırdık, çağırdık, tepindik… Birkaç dakika sonra, artık soğuk iyice vücudumuza yerleştiğinden ateş yakmaya karar verdik. Çalı çırpı odun bulmak için ormana daldık. Kimse çaktırmıyordu ama orman da geceden daha karanlık ve kasvetliydi sanki. Birkaç dal parçası bulduk ancak yetmez diyerek ilerledik. Bir iki odun ama o da yetmezdi ve gene ilerledik. Durmadan ilerledik. Sonunda bulduklarımız bizi tatmin etmiş olacak ki geri dönmeye karar verdik. Verdik ama gel de çık ormanın içinden. Dönüp dolaşıp aynı yere vardık her seferinde. Metin’in de büyülü bir ormanla alakalı öykü anlatacağı tuttu. Soğuğa eklenen korku duygusu tedirginliğimizi de iki katına çıkardı. Bunlar neyse de birkaç metre ilerimizden vahşi bir hayvan olduğu her adımından belli olan bir yaratığın çıkardığı sesleri işitince elimizdeki odunları filan fırlatıp bir kaçışımız var ki anlatamam. Nefesini her an ensemizde hissederek ağaç köklerine takılıp düşe kalka koşmamız unutulur gibi değildi. Korku bazen işe mi yarıyor nedir, bir şekilde yolu bulduk. Yolda birkaç yüz metre ilerledikten sonra da arabayı bulduk. Hemen arabaya doluşup kapıyı kilitledik. Yanımıza telefon almayarak halt ettiğimiz gerçeğiyle yüz yüze geldik. Sadece telefon değil; ne yakıt, ne yemek, ne su, ne kalem açacağı, hiçbir şey almamıştık yanımıza. Açlık, soğuk ve korku kol geziyordu arabanın içinde. Kimse camdan dışarı bakamıyordu. Umut etmemek, hayattan bir şey beklememek, kendini yollara vurmak da neyin nesiydi böyle. Hayata meydan okuyarak hayalleri küçümsemek… Düpedüz gururdu bu. Biz kimdik ki hayata meydan okuyorduk. Bu zararlı fikirler nereden bulaşmıştı berrak zihinlerimize. Bir demet hayal kırıklığı neyimize yetmiyordu. Sabaha kadar birbirimizi suçlayıp durduk.
Hava aydınlanınca arabadan çıkıp yola koyulduk. Altı saatlik bezgin bir yürüyüşün ardından küçük bir köye vardık. Kahramanca yardım istedik. Gururla kabul ettik yardımı. Zafer takları arasında tekrar eski yaşantımıza, eski hayallerimize, eski isteklerimize, evimize döndük.
Ahmet Memnun
Bir Cevap Yazın