268. GÜNLÜK
Açık olan kapımdan dışarıya doğru boş boş bakarken tanımadığım bir adam yanıma gelip selam verdi bana bu sabah.Daha önce hiç görmediğim bu adam meğer yan binalardan birinde oturuyormuş.Elinden geldiğince güler yüzlü ve sevimli olmaya çalışan bir hali vardı konuşurken. Bir şey isteyecek gibiydi ama asıl konuya bir türlü giremiyor, geveleyip duruyordu. İyi de bu adam benden ne isteyebilirdi ki? Sakın oje olmasın… Yok, o konuda Naim’in doldurulmaz bir boşluğu var. O halde?..Düşünmek bile istemiyorum ama ya karakoldan geldiyse… Ya hakkımızda şikayet varsa… Söyledim, elli kere söyledim tahta kurduna ama dinleyen nerede? Sabaha kadar avazı çıktığı kadar bağırıyor. Nereden duyuyor, nasıl ezberliyor bilmiyorum ama, yaza damga vuran hit şarkılardan oluşan repertuarıyla saatlerce mahalleyi inletiyor. Sesi fena değil aslında. Müzik eğitimi alsa yürür gider ama kendisi kontrolsüzün, ölçüsüzün teki olduğu için ona asla güven olmaz.
Yok yok, adamın karakoldan gelmediğine eminim. Acaba diyorum dedem mi gönderdi onu. Bu adamın da işi gücü yok mezarından dünyayı çekip çevirmeye kalkıyor.Yaşına hürmeten onca küfrü sineye çektim. Onca paylamayı, onca hakareti görmezden geldim. Fakat bunu kaldıramam. Bu adam eğer yüzyıllar öncesinden dedem tarafından işlerime karışmak için gönderildiyse buna dayanamam. Hayır, bu dedemin işi de değil. Başka bir şey bu. Kolaysa çık işin içinden.Dile getirmeye çekiniyorum ama… Ya karanlık ormanlardan çıkıp geldiyse bu adam? Karanlık ormanlarda, ormandan daha karanlık yüzleriyle acımasız sihirler yaparak dolaşan;bir konsey ki hayalet, kurt adam, perili ev, kötü ruh 2, canavar ve cadıdan oluşan, bu saygın topluluğun bir araya gelip oyçokluğuyla verdiği karar neticesinde, küflenmiş kertenkele boynuzu ve tereyağında erimiş akbaba tırnağının da ağaç kökleri ve kabuklarında meydana getirdiği… Ne? Birkaç saatliğine dört yaşındaki oğulları Talat’la ilgilenebilir miyim mi? Doğru mu bu? Daha önce hiç görmediğim bir adam eşiyle acil işleri çıktığı ve gitmek zorunda oldukları için birkaç saatliğine oğullarına benim bakmamı istiyor. Burnuma kötü kokular geliyor. Bu işte bir iş var ama ne? Profesyonel bir çetenin eline düşmüş olabilirim. Yem olarak masum ve zararsız bir çocuk… Oltayı attığın anda tüm deniz ikna olur. Kusursuz bir plan. Ama atladığınız kocaman bir nokta var. Siz Müştak Zeki’yi daha tanımamışsınız. Yemezler koçum.
“Bir de şey rica etsem… Zahmet olmazsa biz gelene kadar bizim evde bakabilir misiniz Talat’a? Malum, çok fazla oyuncağı var… Getir götür…”
Hah bir de oyuncak bahanesiyle eve, yani tuzağa çekme hamlesi. Ulan ne akıllı insanlar bunlar böyle. Aklı sıra beni kafese tıkacak. Hemen karşı hamlede bulunmalıyım. Talat tuzağını reddetmek için bulacağım bahane sudan değil, korkutucu olmalı. İşim var, kavgaya gideceğim filan mı desem acaba. Yüksek yerlerde tanıdığım var kozunu da es geçmemeli. Olabildiğince onu ürkütmeliyim. Tüh, epey zaman oldu, hala cevap bekliyor. Benden günah gitti, al o zaman :
“Tabi ya
, yani komşu olarak birbirimize böyle zamanlarda destek olmayacaksak… Ben de evdeydim… Canım sıkılıyordu zaten… Şeyde… Kastamonu’da bizim şey var… Hulusi abi… Kendisi öğretmenlik yapıyor. Öğrenciler yaramazlık yaptı mı valla hiç acımaz. Benden söylemesi…Komşuluk çok önemli gerçekten. Bakarım, seve seve bakarım Talat’a.”
Bu dünyada konuşarak hiçbir şeyi halledemeyecek, tam aksi konuşarak her şeyi daha berbat bir hale getirecek bir insan tanıyorsanız size hemen şu soruyu sorma hakkını kendimde görürüm : Beni nerede tanımıştınız?
İçimi kemiren şüphelerle beraber, Talat’la geçireceğimiz birkaç saat için babasının peşi sıra evlerine gittim.Talat’ı uzun uzun anlatmayacağım. Sokakta oynayan çocukların pek çok ortak özelliği vardır. Bunlardan biri de parmaklarının yerlerini değiştirmeye çalışarak yaptıkları kibar bir el hareketidir. Talat beni bu el hareketiyle karşıladı. Nezaketen uzattığım elimi de havada bıraktı. Anne ve babası ise geç kalma telaşıyla bu pek hoş olmayan törene fazla aldırmadan alelacele evden ayrıldı. Ne bileyim, insan en azından bir mahcup olurdu… Sonunda baş başa kalmıştık Talat’la. Isınma turlarını iyi atlatırsak her şey yolunda ilerleyebilirdi. Bunun önemini bildiğimden masum bir soruyla araladım kapıyı. Talat’a ismini beğendiğimi, bu ismi ona kimin verdiğini sordum. Verdiği cevapla beni çok şaşırttı Talat. Bu yaşta çocuk, ebemi nereden tanıyor olabilirdi? Kafa mı buluyordu benimle? Yok, böyle olmayacaktı. Nasılsa muhabbet bir şekilde gelişir diyerek susmayı tercih ettim. Talat’ın odasındaydık ve Talat oyuncaklarıyla oynuyordu. Odasının duvarları maviye boyanmıştı Talat’ın. Duvarda pek çok poster vardı. Herhalde çizgi film karakterlerinin posterleri olmalıydı bunlar. Fakat… Dört yaşında bir çocuğun odasında Bruce Lee’nin, Jackie Chan’in, hadi bunları geçtim, manken posterlerinin ne işi vardı? “Favorim o” dedi Talat; sarışın bir mankeni göstererek. Sonra oyuncaklarıyla oynamaya devam etti. Uzay araçları, uçaklar, helikopterler, uzaktan kumandalı arabalar, robotlar derken sayısız oyuncağı vardı Talat’ın. Uzaktan kumandalı arabalardan siyah olanında gözüm kalmıştı. Bir yolunu bulup bana hediye etmesini isteyecektim ama daha erkendi. Henüz samimi olmamıştık. Ona misketi olup olmadığını sordum. Var dedi ve yatağının arkasından bisikletini çıkarıp yanıma getirdi. Benimle dalga geçip geçmediğini sordum ona. Çok kızmıştım. Misketi olsa onunla oynardık ama Talat daha misketin bile ne olduğunu bilmiyordu. Saklambaç teklifime yukardan baktı. Kibrit oyunu önerimi kahkahalarıyla reddetti. Adını ilk defa duyduğum onlarca bilgisayar oyunu ismiyle tokatladı beni.Oyuncak ayısıyla kafama birkaç kez vurdu. Sonra yirmi dakika kadar sessizlik içinde geçti.
“Sevgilin var mı?” diye sordu Talat durup dururken.
“Sevgili… yani bir sevgili…”
“Yahu burada biz bizeyiz
, neden kızarıyorsun?”
“Şimdi sevgili… sevgilin var mı diye sordun değil mi?
“Hayda… Bana sorsan şimdiye hepsinin adını, hangi kreşte okuduğunu, boş vakitlerinde ne tür yaramazlıklar yaptığını filan, hepsini bir bir söylemiştim sana. Sen niye utanıyorsun ki?”
“Kim, ne utanması ya. Aşk olsun. Utanmak değil de…”
“Bırak ya. Neyse ben kahve yapmaya gidiyorum. Sen de ister misin?”
“Şekerli olsun lütfen.”
Talat kahve yapmak için mutfağa gittiğinde fena halde terlediğimi anladım. Çok kötü köşeye sıkıştırmıştı beni Talat. Ama ağzımdan da laf alamamıştı. Sağlam karşı koymuştum ona. Talat birazdan kahveleri getirdi. Hiç fena sayılmazdı. Hatta benden bile iyi yaptığı söylenebilirdi. Ama bunu bir tek ben söyleyebilirdim. Başkası söylese kesinlikle kabul etmez, öfkelenir, orayı hemen terk ederdim. Kahvelerimizi yudumlarken, samimiyetimizin az da olsa ilerlemesine güven duyarak uzaktan kumandalı siyah arabayı bana hediye etmesini rica ettim ondan. O da bunun yerine kumandası olmayan, geri çektin mi gitmeyen, kapısı bile açılmayan, külüstüre dönen sarı renkli bir araba hediye etti bana. Hevesim kursağımda kaldı ama yine de üstelemedim.
Talat kocaman bir kutudan tren seti çıkardı. Odanın ortasında genişçe bir yer açtı. Rayları yerleştirdi ve treni üzerine oturtup hareket ettirdi. Yaklaşık bir saat, pili bitene kadar o da ben de gözümüzü kırpmadan trene baktık.
Talat film izleyelim deyince ona ne filmi izleyeceğimizi sordum. Vampir filmi dedi bana. Ona vampirin ne olduğunu sorunca enseme bir şaplak attı. Haytanın eli de ağırdı hani. Korku filmlerinin çocuklar için uygun olmadığı
, üzerlerinde kötü etkiler bırakabileceği konulu bir ders vermeye kalktım ona. O da cevap olarak yatağın altındaki kutudan çıkardığı korku filmi koleksiyonunu gösterdi. Kırktan fazla korku filmi izlemişti çocuk. Korkuyla saate, ardından da kapıya doğru baktım. Anne ve babası bir saatten evvel gelmezdi. Talat’ın beni keseceğinden filan korkuyordum. Bana kötü bir şey yapma ihtimali ürkütüyordu beni. “Sen hiç korku filmi izledin mi?” diye sordu bana. Ben de eskiden bir tane izlediğimi ondan sonra hiç izlemediğimi söyledim. “Saçma” tanımı da gerekçemdi. “Göreceğiz” dedi Talat. Filmi açtı. Dev ekran birden tedirgin bir müzikle açılışı yaptı. İlk on dakika her şey normaldi. Talat’la film hakkında konuştuk. Şakalaştık bile. On dakikadan sonra işler değişti. Masum insanların başına uğursuz şeyler gelmeye başladı. Karanlıkta birdenbire ortaya çıkan garip yaratıklar türedi. Kapılar gıcırdadı, dişler keskinleşti, kan oluk gibi akmaya başladı. “Ne oluyor” diyen Talat’a, bu sıcak havada, “üşüyorum” dedim. Sonra kalktım. Koşmaya başladım. Arkamdan bir canavar geliyor gibi hızla koştum. Zorla evin kapısını buldum. Hemen dışarı attım kendimi. Talat da peşimden geliyordu. Eve gittim. O da geldi. Yatağa yattım ve üzerime ince bir örtü örttüm. Sürekli terliyor, galiba sayıklıyordum da. Talat şaşırmış bir halde yanı başımda duruyordu. Sağ olsun bir bez ıslatıp alnıma koydu. Keşke bunu yapmakla kalsaydı. Keşke korku filmlerinin gerçek olmadığı, oradaki insanların gerçekten ölmediği, hayaletlerin var olmadıkları gibi konulara girerek beni teskin etmeye çalışmasaydı. Talat yeni bir bez ıslayıp alnıma yerleştirirken anne ve babası içeri girdi. Evde bizi bulamayınca buraya gelmişler. Talat, beni bu halde görünce korkan anne ve babasına, “merak etmeyin, ben her şeyi yaptım, korkulacak bir şey yok.” dedi. Onlar da geçmiş olsun dediler bana. Bir şeye ihtiyacım olup olmadığını sordular. Başımla hayır dedim. Gittiler. Cebimden o külüstür sarı arabayı çıkarıp yastığın üstüne koydum. Sonra öyle bir uyumuşum ki ancak yarım saat önce kendime gelebildim. Bir sürü rüya gördüm yine. Bu rüyalar bir gün başımı yakacak.
Kerim Salih
Bir Cevap Yazın