- 1. bölüm – 2. bölüm – 3. bölüm - 4. bölüm -
“Galiba sonumuz kötü başlayacak.” Tuhafiyeci Sami
Tarih böyle bir hataya, böyle bir yanlış anlamaya, böyle bir karavanaya daha önce şahitlik etmiş midir bilinmez. Tarih bu, şahitlik eder, tanık olur, ötesiyle ilgilenmez elbet. Tarih şaka yapar gülmez, mezar kazar ölmez, sıktıkça sıkar ama kendisini germez, dünya koskoca gövdesini halı gibi serer önüne ama o yine de bana mısın demez. Tarih geleceğin ta kendisid… neyse, biz tarihin bu en devasa hatalarından birine dönelim. Her şey iki gün önce bir gece yarısı Veteriner Şener’in Manevra Dağı’ndan dönerken yolda kalmış iki kişiyi arabasına almasıyla başladı. Şener birkaç ayda bir Manevra Dağı’na gider
, yaralanmış bir hayvan bulursa onu tedavi eder, üstelik de bu işi tedavi ettiği hastalarından tek metelik almadan yapardı. Yine o gün dağa gitmiş, birkaç tarantula, üç beş sincap, bir düzine eşek tedavi etmişti. Bir de bunlara üç tilki, beş yaban keçisi, yedi de firavun faresi eklenince veterinerin işi uzun sürmüş, gece yarısını etmişti. Şener’in bu dağa çıkmasının bir başka nedeni daha vardı. Kimse onu dinozor neslinin tükendiğine ikna edemiyordu. “İlla ki kıyıda köşede bir tane kalmıştır” diyerek her türlü bilimsel ve zoolojik tespitlere kulak tıkıyor, hayvanın umutla kendisini beklediğine inanıyordu. Kaynağı sağlamdı. Bir kere rüyasında Manevra Dağı’nda top sektiren bir dinozor görmüştü.
Şener, Manevra Dağı’nın eteklerine gelmişti ki geri dönebilmesi için daha gidilecek 50 kilometre yol olduğunu üzülerek anımsadı. Çok yorulmuştu, bir an önce eve dönmek istiyordu. Tam o anda arabasını durdurdu. Yolu en az 20 kilometre azaltacak bir kestirme görmüştü. Bu kestirmeden daha önce bir kez geçmişti. Yolu bozuktu, tekin değildi, insanı ıssız bir ev gibi ürpertirdi ama Manevra Dağı’nın en harika manzaraları, en güzel çiçek toplulukları, en soğuk pınarları bu kestirmede, bu 30 kilometrelik alanda toplanmıştı. Gece gece bir şey görecek değildi Şener ama yorgunluğu onu bu kestirme yolu tercihe itti. Tedirgin bir halde 15 kilometre kadar gittikten sonra yolun kenarına park etmiş bir araba gördü. İki adam yolun ortasında ona durması için işaret ediyordu. Veteriner çok korktu. Bu adamları arabaya almak büyük bir riskti. Halleri ve tavırlarından kibar oldukları ve başlarına bir aksilik geldiği için korktukları belli oluyordu. Efendi ve görgülü adamlardı bunlar. Üstelik arabaya silah da doğrultmamışlardı. Veteriner titreyen ayağıyla gaza sonuna kadar bastı. Adamlar mecbur yoldan kaçtı ve Şener onları geçtiğinde arabasının arkasında yazan şu yazıyı okuma talihinden mahrum kaldılar: “Seni sevdim diye bana kızıyorsan, sen de beni sevip intikamını al.” Şener 100 metre kadar gittikten sonra arabayı durdurdu. Vicdanı zeytinyağlığını yapmıştı yine. Büyük bir risk alarak geri döndü ve adamları arabaya aldı.
Adamlar tahmin edileceği gibi Manevra Dağı’na gezmeye gelmişler, dönüşte de kestirme yolu tercih etmişler fakat arabaları bozulduğu için bu ıssız ve ürkütücü yerde kalmışlar. Telefonun çekmemesine, kurt ulumaları ve ayı homurtuları da eklenince korkudan ne yapacaklarını bilememişler. Fakat gecenin kahramanı olarak Şener geldiğinde sevinçten havalara uçmuşlar. Yalnız Şener’in hızla yanlarından geçmesiyle derin bir üzüntü duymuşlar. Ama Şener’in onları almak için geri dönmesiyle rahat bir nefes almışlar. Veteriner bunları duyunca, korktuğunu gizlemek için tatsız bir bahaneye başvurdu ve onları goril sandığı için yanlarından hızla geçtiğini söyledi. Veteriner kahkahayla karışık, “Düşünsenize, ikinizi de goril sandım” dediğinde adamlar bunu hakaret sayamayacak kadar minnettardılar Şener’e. Bundan sonra tanışma faslı başladı. Adamlardan birinin adı Abidin, diğerininki Şemsi’ydi. Uzun uzun konuştular. Sonra bir sessizlik oldu. Bu sefer adamlar kendi aralarında konuşmaya başladılar, Şener de kulak misafiri oldu. Yorgun Şener adamların konuşmalarını dinler, hayal kurar, uyumamak için yoğun çaba sarf ederken birden kulak kesildi. Arkeolog Necmi’nin ismini duymuştu. Şemsi, Arkeolog Necmi’den bahsediyordu Abidin’e. Yanlış anlamış olabilirdi Şener. Kulağını iyice uzattı onlara. Evet, bildiğin bizim arkeolog’dan bahsediyordu Şemsi. Şener, ortak bir tanıdıkları olduğu için sevindi ve ikilinin muhabbeti biter bitmez bunu onlara söylemeye karar verdi. Nasıl şaşıracaklardı kimbilir. Şemsi, Abidin’e “Necmi’yi ne zamandır görmedim.” diyordu. “Gözümde tütüyor. Beyefendi inanır mısınız onunla arkadaşlığımız çok eskiye dayanır. Keşke zamanında yollarımız gibi işlerimiz de kesişseydi. Onunla ortak olmalıydım. Kimse onun gibi büyüyemedi piyasada. Bunca varlığa rağmen sahip olduğum her şey bir gölgelik bile etmez onun nazarında. Ah Necmi Arkeolog! Bir oğlu olsaydı keşke. Dünyalar güzeli kızımı o istemeden verirdim ona.” Bu son cümle, bu felaketin ilk halkası Şener’in beyninde çakan şimşekle aydınlandı. Kafasına koyduğu planı bir dakika içinde pişirdi. Ortak arkadaşlarından bahsetmedi Şemsi’ye. Yolun kalan kısmı adamların havadan sudan konuşmaları ve Şener’in kendisiyle gurur duymasıyla geçti. Şehre vardıklarında adamlar Şener’e teşekkür ederek, bir araba temin edebileceklerini söyleyip müsait bir yerde inmek istediler. Şener bunu hem kendisine yakıştıramayacağından hem de planın en önemli parçalarından biri bu olduğundan onları evlerine kadar bırakmakta diretti. Adamlar da kabul etti. Böylece Veteriner daha önce ayak basmadığı, kenarından geçmediği, varlığından haberdar olmadığı değişik yerlere gitti. Önce Abidin’i bıraktı. Çok geçmeden de Şemsi’yi. Adresi aklına iyice kazıyıp evine döndü. Odasına girer girmez işe koyuldu. Beş kağıt parçasına Hakkı, Cemil, Enes, Sinan ve Nedim yazdı. Her birini defalarca katladı. Avucunun içinde bir süre karıştırdı. Sonra akvaryumun önüne geldi. Kağıtları onun içine attı. Gözlerini kapatıp parmağını akvaryuma daldırdı. Rastladığı ilk kağıdı alıp heyecanla açtı. Kahretsin. Su yüzünden mürekkep dağılmıştı ve isim okunmuyordu. Bir umut, diğer kağıtları çıkardı ama onların da yazısı silinmişti. Veteriner tekrar beş kağıda beş dostun ismini yazdı. Yine onları katladı, yine iyice karıştırdı, yine akvary… tam atacaktı ki az önce başına geleni hatırladı. “Daha delirmedim” dedi. Pencerenin önüne gelip camdan attı kağıtları. Koşar adım merdivenlerden inip dışarı çıktı. Rüzgarın şiddetini hesaba katmamakla hata ettiğini anladı. Tam iki saat boyunca sokaklarda kağıt aradı. Kahvenin önü dahil bakmadık yer bırakmadı. Bu durum onu kurduğu plandan vazgeçirecek kadar öfkelendirdi. Tam evinin kapısına gelmişti ki kağıtlardan birini rüzgarda uçuşan bir yaprak gibi havada döne döne yüzerken buldu. Kağıdı tutup açınca büyük harflerle ve çirkin bir el yazısıyla yazılmış Nedim ismini gördü. “Şanslı kerata” derken gülümsedi Şener. Ardından eve girip hemen uykuya daldı. Daha önce hiç bu kadar güzel bir uyku çekmemişti.
Ertesi gün Nedim hariç herkese planın tüm detayları dahil olanı biteni anlattı. Neredeyse herkes bunun harika bir plan olduğu konusunda fikir birliğine vardı. Kısmetin de böylesiydi hani. Nereden nereye. Şemsi havalara uçacaktı. Nedim’e haber vermemek en doğrusuydu. Hayatta kabul etmezdi yoksa. Zaten bu beş dost, tedavi edilmeyecek biçimde bekarlık hastalığına yakalanmıştı. İçlerinden biri olsun bu hastalığı yenerse, bu diğerlerine de cesaret verebilirdi. Otuzuna merdiven dayamıştı haytalar. Arkeolog Necmi de bu duruma çok sevinecekti. Hem Nedim’i de evladı gibi severdi zaten. Bu mahallenin dışında bir tanıdığı vardı demek. İnsanın buna inanası gelmiyordu. Bakalım Şemsi’yi hatırlayacak mıydı. Fakat arkeolog neredeydi. Sabahtan beri görünmemişti. Aman canım, Necmi bu, çıkar gelirdi bir yerden elbet.
Veteriner’den çıkıp herkesin sahiplendiği tasarıları hakkında akşama kadar konuştular. Herhangi bir aksilik yaşanmaması için gereken tüm tedbirleri almaya, planı sekteye uğratacak, sürprizde açık verecek en küçük bir aksiliğe meydan vermemeye ve ertesi günün akşamı Şemsi’lere misafir olmaya karar verdiler. Koca mahallede Nedim hariç herkes bu planın heyecanıyla yastığa başını koydu o gece. Ve ertesi sabah malum kahvaltıdan sonra son hazırlıklar yapılmaya başlandı. Ama hala arkeolog ortalarda yoktu. Demirci Durmuş başkanlığında bir ekip onu aramaya çıktı. Onu bulduklarında Necmi, Şemsi’yi hatırlamadı. Durmuş bunu Necmi’nin zayıf hafızasına verdi. Akşam yedi gibi mahalleden hareket edeceklerini söyledi. Necmi de o saatte orada hazır bulunacağını, Nedim’e kız istemenin kendisi için bir onur olduğunu belirtti.
Nedim’e, akşamki misafirlik için ikna edicilikteki başarısı şüpheli olan bir bahane sundular. Veteriner Şener, gecenin bir yarısı arabasına aldığı adamlardan birine teşekkür etmeyi unutmuş, bunun için hem teşekkür hem de özür niyetine bu akşam kalabalık bir halde onlara gidilecekmiş ve Nedim de gelmeliymiş. Şüphesiz ilginç bir bahaneydi bu. Daha makul bir şey bulunabilirdi ya da sadece adamlardan birinin Necmi’nin arkadaşı olduğu da söylenebilir ve bu yeterli olabilirdi. Fakat bu bahaneden daha ilginci
, onu duyan Nedim’in, veteriner’i düşüncesizlikle suçlaması oldu.
Bir saatlik yürüyüşün ardından tam 15 kişi Şemsi’nin oturduğu evin civarına yanaşmıştı. Ellerinde baklava tepsileri, çiçek demetleri, lokumlar, çikolatalar, kabak çekirdekleri bulunan bu topluluk kız istemeye değil de maça gider gibi bir haldeydiler. Açık vermeden Nedim hakkında hep bir ağızdan tezahüratta bulunuyorlardı. Sırtına vurulan, gıdıklanan, omuzlara alınan Nedim’in keyfine diyecek yoktu. Ortada şüphelenecek, “ulan bunlar bir halt karıştırıyor” diyecek hiçbir şey yoktu neticede. Davranışlarında tedbirli olan ve kaygılı gözüken tek Cemil vardı içlerinde. Hakkı ona : “oraya ne için gidildiğini öğrendiğinde Nedim acaba ne yapacak?” dediğinde, Cemil, pencereleri tutmak gerekebileceğini, çünkü damat adayının Padkolyosin’in ikiz kardeşi gibi olduğunu söyledi. Ardından, hayatının en güzel dakikalarını geçirdiği gülen yüzünden belli olan Nedim’e baktı. Nedim gerçekten mutluydu. Aslında çok talihsiz bir adamdı Nedim. Talihsizlikten ziyade kıymeti bilinmeyen, değeri anlaşılmayan, yetenekleri bir türlü fark edilmeyen, meziyetleri takdir edilmeyen biriydi. Mahalledeki halı sahada oynadıkları maçlarda çalımları, asistleri, markajları, verkaçları ve golleriyle kendini kanıtlamasına rağmen hiçbir zaman Liverpool’un transfer listesine girememişti. Dünya onun gibi bir şahsiyeti ne zaman anlayacaktı? Bütün takdir edilmeyen büyük adamlar gibi öldükten, üzerine toprak atıldıktan sonra kıymeti kavranacaktı kesin. Heykeline takdim edilen plaketlerle avunabilir miydi bir ölü. Fakat Nedim şöhret meraklısı değildi. Antartika’da yaşayanlar onu tanımasa da olurdu. Bahtsız Nedim’in hayatı da olmayan şöhreti kadar sönüktü. Dünya onu elinden tutup yalnızlığa itmiş, o da o günden beri dünyaya veryansın etmekle teşekkür etmek arasında gidip gelmişti. Sevdiği kadar nefret ediyordu ondan. Evlilik hakkında düşündükleriyse çok değişikti. Sağlıklı kabul edilmiyordu ve evliliğe dair süregelen genel düşüncelerden de oldukça uzaktı. Bir hayretti Nedim’deki. Yalnızca hayret ediyordu. Şponka ile birebir aynı şeyi düşünüyordu : “İnsanın karısıyla bir arada yaşaması!.. Aklın alacağı bir şey değildi bu.”
Veteriner öncülüğünde evin kapısına geldiklerinde Şener hariç herkes yanlış adrese geldiklerini düşündü. Böyle bir ev olamazdı zira. Yüksekliği üç metreyi bulan upuzun bir duvarın ortasındaydı kapı. Gelgelelim çatı yoktu üzerinde. Çatısız ev mi olurdu Allah aşkına. “Belki adamın durumu yoktur. Çatı yaptıramamıştır evine” demesi de kar etmedi Şener’in. Veteriner adresi karıştırmıştı kesin. O gece uykusuz ve yorgun değil miydi zaten. Şemsi’nin evi yurtdışında bile olabilirdi. Derken kapıdaki zile arka arkaya bastı Şener. Topluluk bir dakika kadar sessizce bekledi. Ardından kısa ceketli ve papyonlu bir piyanist kapıyı açtı. 15 adamın piyanist zannettiği adam evin hizmetçilerinden biriydi. Piyanistten ziyade açılan kapının ardındaki manzara hayrete düşürdü onları. Evin girişi sanmışlardı ama bu kapı kocaman bir malikanenin bahçesine açılıyordu. Şemsi açıkta yatmıyordu çok şükür. Veteriner, rakip takım taraftarlarının ortasına düşmüş gibi korkulu gözlerle bakan piyaniste Şemsi’yi ziyarete geldiklerini söylediğinde, piyanist davetli olup olmadıklarını sordu. Şemsi evleniyor muydu yoksa? Ne zamandan beri düğüne gelenleri kapıda çalgıcılar karşılıyordu? Çikolata ikram eden, ikram ettikleri çikolataların yarısını götüren çocuklar neredeydi? Piyanist araya girip yanlış anlamayı önlemese ceketleri sıyırıp halaya başlayacaklardı neredeyse. Ortada düğün filan yoktu. Misafirlik için davetli olup olmadıklarıydı piyanistin derdi. Şener piyaniste, Şemsi’nin arkadaşı olduğunu, beraber yaptıkları yolculuğu, mümkünse ona haber vermesini söyleyince hizmetçi kapıda beklemelerini işaret edip uzaklaştı. O uzaklaşınca topluluk da manzarayı daha bir dikkatle inceledi. Ev 40 metre kadar ilerideydi. Uzundu, yüksekti, çok büyüktü. Bunun bir ev değil de fabrika olduğunu, dolayısıyla yanlış adrese geldiklerini söyleyenler oldu. Kimilerine göreyse tespit doğru ama adres yanlış değildi. Adam belki çalıştığı işyerinde kalıyordu, olamaz mıydı yani. Kimilerine göreyse bu bir şatoydu. Neyse ne, gaye Şemsi’ydi ve ona odaklanmak lazımdı. Kısa bir sükunetten sonra evin önündeki dev havuza dikkat kesildiler. “Şehrin göbeğinde deniz olduğunu bilmiyordum” dedi Tayfun. “Denizde kala kala ayarın bozulmuş” diye yanıtladı Manav İrfan. “Deniz dediğin dalgalı olur, bu yalnızca bir akarsu.” Listeye şelale, dere ve göl de eklendi. “Bu şato, bu göl…” diyen Enes’in yüzü korkuyla sarardı. Aklı devrimden sonra iç karışıklıkların hüküm sürdüğü Fransa’ya gitmişti. “Köylü İsyanı… chouans’lar… beyler tuzağa düştük. Başta Provins’liler olmak üzere bu Fransızlar yakamızdan hiç düşmeyecek anlaşılan.” Beklemekten sıkılan topluluğu, Enes’in bu karanlık uyarısı daha bir karamsar yaptı. Nihayet piyanist ufukta göründü. Ağır adımlarla yanlarına geldi ve onları içeri buyur etti. Eve doğru yürürken hep beraber teskin etmeye, sakinleştirmeye çalıştıkları Enes hala etrafına karanlık kuşkularından, puslu şüphelerinden serpiyordu. “Kötü, çok kötü şeyler olacak… samanlıklara… kıpırtısız gibi duran ama içinde… şu göle… her yerde olabilirler… ulan Şener… başımıza ördüğün çorap bari yırtık olmasaydı…”
(Devam edecek)
Ahmet Memnun
Bir Cevap Yazın