Oyun Teorisi stratejik düşünebilme konusunda uygulanabilir bir çerçeve sunuyor. Ekmek almaktan atom bombası geliştirmeye kadar pek çok konuyu, oyun teorisi mantığı çerçevesinde düşünerek karara bağlamak mümkün. Oyunun mantığıysa çoğumuzun içgüdüsel olarak uyguladığı bir metod üzerinde bina edilmiş: diğer oyuncuların tepkilerine göre, muhtemel Hamlelerin getirilerine matematiksel değerler atfetmek ve bunlar arasından, karşı tarafın hamlelerine göre en yüksek getiri sağlayan alternatifi seçmek. Getirileri doğru hesapladığınız takdirde bu çerçeveyi günlük hayatta kullanmak da karar kalitenizi yüksek ölçüde arttırıyor. Yalnız bir Müslüman olarak “Allah korkusu”, “ahiret telaşı, iyi insan olma gereği gibi değişkenleri sürekli oyunun içinde düşünmeniz gerekiyor. Yoksa oyun teorisini hakkıyla uygulayan, fakat bu faktörleri dikkate almayan bir insan, şeytanın yeryüzündeki gölgesine dönüşerek bu haliyle oldukça da başarılı olabilir.
Oyun teorisinin uygulanışına, futboldan da bazı ilgi çekici örnekler göstermek mümkün. Bu yazıda bu örneklerden bahsedeceğim.
Anlatmak istediğim olaylardan birincisi Güneydoğu Asya Kupası’nda, 1998 yılında yaşanan garip bir olay. Malum, futbolda ve diğer pek çok sporda amaç, rakipten daha iyi olmak ve ona üstünlük sağlamaktır. Fakat bazı durumlarda şartlar değişebiliyor.
1998 Güneydoğu Asya Kupası’nda (Tiger Cup), gruplarından çıkmayı garantileyen iki takım, yani Endonezya ve Tayland grubun son maçında birbirleriyle karşılaşıyor. Bu karşılaşmayı kazanan takım grubunda birinci olarak, sonraki turda hem finalin ev sahibi, hem de turnuvanın tartışmasız favorisi olan Vietnam’ın pençesine düşecek. O Vietnam ki süper güç Amerika’yı bile 20 küsür yıl önce harp meydanında mağlup edip memleketine göndermiş idi. Yenilen takımsa, diğer grubun averajla lideri olan ne idüğü belirsiz Singapur’la kapışacak. Singapur deyince aklına vapur gelen bir ben mi varım?.. Maçtan önce Endonezya lider, Tayland’sa ikinci. Dolayısıyla beraberlik durumunda da endonezya bir sonraki tura lider olarak çıkıyor.
Maç başlıyor, ilk yarıda gol atmak için kimsenin kılı kıpırdamıyor. Herkes sıkıcı bir formaliteyi tamamlayıp eve dönmenin derdiyle sahada ruh gibi geziniyor. İkinci yarı, hakemlerin “arkadaşlar ayıp oluyor ama bak, terbiyesizliğin lüzumu yok” uyarıları ve kimsenin defans yapmaya niyeti olmaması yüzünden sallanan 2’şer dandik golle skor 2-2’ye geliyor. Son dakikalara yaklaşılırken, iş an be an Güneydoğu Asya’nın Brezilya’sı olan Vietnam’ın kucağına doğru giden Endonezya için pek de iç açıcı görünmüyor. Uzatma dakikalarında, maçın son saniyeleri oynanırken…
Endonezya defansında ter döken Mursyid efendi isimli genç bir oyuncu, bir kahraman hüviyetinde zuhur ediyor. Yüzyıllardır hasreti çekilen bu ulu adam, Endonezya’nın kara talihini değiştirmek üzere topu kontrol ediyor, kendi kalesine dönüyor, “napıyon sen?” diye önünü kapatmaya çalışan Tayland forvetine aman vermeden Allah ne verdiyse vurup topu kendi filelerine takıyor. Bu golle de Endonezya maçı 3-2 kaybederek Vietnam yerine Singapur’a rakip oluyor.
Neticede Singapur Endonezya’yı, Vietnam da Tayland’ı eleyerek finale çıkıyor ve kupayı da sürpriz yapan antipatik Singapur alıyor. Fakat Fifa da Mursyid Efendi isimli topçuyu “sana bi daha oynamak yok” diyerek ömür boyu milli müsabakalardan men ediyor. Kendisi ayrıca 1 yıl boyunca Endonezya liginde de oynayamıyor..
Yeri gelmişken, eşi benzeri olmayan başka bir maçtan, Barbados ve Grenada maçından da bahsedelim. Türkiye’yi bulmaya çalışırken, Trinidad ve Tobago Adaları diye bir ülkenin var olduğunu bize öğreten internet ülke listelerinde dahi dikkatimizi çekmeyen bu iki ülke, 1994 yılında anlı şanlı olmayan tarihlerinin en önemli hadisesini bir futbol maçında yaşıyor. İki ülkenin birden en önemli geçmişi olabilecek bu maçın üstü kapatıldığından, pek bileni yok.
Yıl 1994. Bugün kendilerini korsanlarıyla tanıdığımız Karayip aslında bir bölgenin adıymış. Biliyorsunuzdur. Ben de biliyorum ama böyle yazmak istedim. Canı sıkılanın lise nüfusu kadar adamla devlet kurduğu bu saçma sapan bölgede, kendi aralarında futbol turnuvaları bile yapıyorlarmış. Guadeloupe, Martinique, Montserrat, Yok Devenin Nalı Cumhuriyeti gibi ülkelerin oynadığı Karayip Kupası adı verilen bu turnuvanın sonunda ödül olarak kulplu bardaklardan başka bir şey verildiğini zannetmiyorum.
Fakat gelgelelim 1994 yılında düzenlenen cânım turnuvayı, aya ayak basıldıktan 25 yıl sonra dahi insan aklının henüz o topraklara götürülemediğinin bir numaralı ispatı olan bir kural sistemiyle oynatıyorlar. Eleme gruplarında 3’er takım var ve birinci olan takım bir üst tura çıkıyor. Tamam, tek bacağı kırılmış masa gibi üç takımlı grup yapmak biraz tuhaf, ama yine de normalmiş gibi düşünebilir, çaktırmayabilir, kadın-erkek hepimiz bıyıklarımızın altından pis pis gülebiliriz. Çünkü bu dünyada kadın-erkek herkesin bıyığı vardır. Turnuvada bunun ötesinde de çok garip bazı kurallar var. Mesela bir maç asla berabere bitemez. Berabere biten maç uzatmalara gider ve uzatmalarda atılan altın golle maç sonlanır. Fakat bu altın gol 2 gole eşit sayılır. Mesela maç 0-0 mı bitti? Uzatmaların 13. dakikasında gelen bir basket golle skor 2-0 olarak tescillenir ve soyunma odasına gidersiniz. Maçın berabere bitmesi
, hangi işgüzara niçin battı, bilemiyorum ama “Takımlar beraberlik için kapanmasın, 90 dakikada birbirlerinin işini görüp gitsinler” düşüncesiyle oluşturulan bu kural bakın nasıl bir sonuç doğurmuş.
Turnuvanın üç takımlı gruplarından yalnızca bir takımın bir üst türa çıkabildiğini hatırlatayım. Birinci grupta Barbados
, Grenada ve Portoriko birbirlerini bulmuşlar. Bu maça kadar Portoriko Barbados’u 1-0 mağlup etmiş, Grenada 0-0 biten maçın ardından uzatmalarda bulduğu ikilik golle Portoriko’yu 2-0’la tokatlamış ve sıra kahramanlarımızın maçına gelmiş. Kafanızı yorup averajları hesapladığınızı sanmıyorum ama, tenezzül edip hesaplarsanız siz de göreceksiniz ki, grubun liderini belirleyecek bu son maçta Grenada 1 farkla yenilse bile tur atlıyor. Barbados’un tur atlayabilmek için en az 2 farklı bir galibiyet elde etmesi şart. Garibim Portoriko zaten uzatmalarda şepeşilleyi yediği için bir köşeye çökmüş, sessizce, içli içli ağlıyor.
Biz efsane olacak maçımıza gelelim. Ladies and gentlemen, 27 ocak 1994 tarihinde karşılaşma hakemin doksan dakikayı başlatan düdüğü ile başlıyor. Barbados fazla zorlanmadan skoru 2-0 yapıyor ve kendileri için yeterli olacak bu skora yatmaya çalışıyor. İnsan aklının ulaşmadığı bu topraklara , Aykut Kocaman ruhunu her nasılsa bir postacı ulaştırmış vaktinde. Maç böyle devam ederken, bitime son 7 dakika kala Grenada maçı 2-1 yapıyor.
Skor 2-1 iken, tur atlamak için iki farklı galibiyete ihtiyaç duyan Barbados bir süre Grenada kalesini zorluyor, fakat bir türlü gol atmayı beceremiyor. Birkaç dakika sonra ise, şu üç bilgiyi birleştirmek akıllarına nasılsa geliyor:
A. Maçlar berabere bitemez, uzar.
B. Uzatmalarda atılan bir gol 2 sayılır.
C. Barbados’un maçı 2 farkla kazanması şart!
Bonus his: Biz bu adamlara kalan 3 dakikada biraz zor atarız.
Bu kadar dar bir zamanda topu diğer kaleye tıkıştıramayacağını anlayan Barbadoslular topu kendi ceza sahalarına doğru çekiyor ve kendi filelerine takıyorlar. Dakika 87, skor 2-2, gol Sealy (k.k)…
Bitime 3 dakika kala gelen bu golün ardından Grenada olayı fark ediyor. Maç 2-2 biterse uzayacak ve uzatmalarda bir gol yerlerse işleri bitecek. Ne yapmalı? Kendi kalesine gol atma fikrini Barbadoslular patentlememiş neticede. Granedalılar da kendi kalelerine bir gol atıp 3-2 yenilme yoluna gitmek ve maçı uzatmalardan kurtarıp tur atlamak istiyor. Tek farklı mağlubiyet halinde bir üst tura çıkmaları garanti zira. Fakat ne mümkün? Barbados forveti Deli Dumrul’a bağlamış, kendi kalesine saldıran Grenada defansının önünde etten bir duvar örmüş, topun bir türlü Grenada ağlarına gitmesine izin vermiyor. Grenada bakıyor ki Barbadoslulardan rahat yok, “e biz de gider sizin kaleye tıkarız noolmuş yani” diye topu diğer sahaya gönderiyor. Fakat Barbadoslu arkadaşlar olayı fark edip hemen efsane deparlarla yetişiyor ve kalelerinin önüne kamyonu çekiyor. Top bir o kalede bir bu kalede şeklinde maç devam ederken, Grenada hem kendi kalesine, hem de rakip kaleye gol atmaya çalışıyor ve Barbados iki kalenin de savunmasını yapıyor. 5 dakika kadar devam eden bu deli saçmasından Barbados muvaffakiyetle ayrılıyor ve skoru 2-2’de tutmayı başararak maçı uzatmalara taşıyor.
Ben diyeyim ki masum ve mazlum Portoriko’nun ahı, siz deyin ki 5 dakikada koskoca iki kaleye de topu geçiremeyen Grenada’nın hak ettiği şefkat tokadı, uzatma dakikalarında Thorne Barbados’un iki sayılık golünü kaydederek takımını bir üst tura taşıyor. Olay sonucunda kimse ceza almıyor ve turnuvayı da Trinidad’lan Tobago kazanıyor.
Kendi kalesine gol atmak demişken, bir önceki maçta hakemin kendilerine haksızlık yaptığını düşünen Madagaskar’ın SO l’Emyrne takımı, sonraki maçta kendi kalesine tam 149 tane gol sallayıp 149-0 yenilmeyi becererek dünya tarihine geçiyor. Fakat bu hadisenin game theory ile ilgisi olmadığı ve sevgilisine kızan bir ergenin garip intiharı benzeri sıradan bir hikayesi olduğu için geçiyorum. Gerçi Grenada 5 dakika boyunca iki kaleye de gol atamazken, bu adamların ortalama 36 saniyeye bir gol sıkıştırmasını de takdirle karşılamak gerekiyor herhalde.
Penaltılar özellikle turnuvalarda çok önemli bir yere sahip. Bu yüzden taktiksel anlamda incelenmeleri ve takımların penaltılar konusunda strateji geliştirmeleri gerekiyor. Aptallar topluluğu futbol kulüpleri bu konuda pek başarılı değil. Şimdi penaltı atışlarında oyun teorisinin uygulandığı bir maçtan bahsedeceğim.
Öncelikle birkaç istatistiki bilgi vereyim. Penaltı atışlarının kaleye ulaşması için gereken süre ortalama 0.3 saniye. Bu kadar kısa bir zamanda kalecinin hamle yapıp topu yakalayabilmesi mümkün olmadığı için, tam atış yapılırken kaleciler kendilerini hoppala bi kenara fırlatıyor. Artık ne gelirse… Gol istatistiklerini de vereyim:
Futbolcu kalecinin soluna vurduğunda kaleci köşeyi doğru tutturursa, %70 ihtimalle gol oluyor. Kaleci ters köşeye uçarsa gol olma ihtimali %93.
Futbolcu kalecinin sağına vurur da kaleci köşeyi doğru tahmin ederse gol olma ihtimali %58, kaleci ters köşeye uçarsa gol olma ihtimali %95.
Bu da hem futbolcuların, hem de kalecilerin sağ tarafını daha iyi kullanmasının bir sonucu.
Ortalama her 5 penaltı atışından 4 tanesi gol oluyor, gol olmayan penaltıların %70 kadarını kaleci kurtarırken %30’u da direğe veya out’a gidiyor.
Şu anda LSE’de oyun teorisi dersleri veren Ignacio Palacios-Huerta, penaltı atışlarının oyun teorisi varsayımlarını gerçek hayatta test etmek için iyi bir zemin olacağını düşünmüş. 1998 yılından başlayarak 5 yıl boyunca oturup İtalya, İspanya ve İngiltere liglerindeki tüm penaltı atışlarını derletmiş, 1200 penaltı toplamış. Daha sonra çalışmasını 70’lerden itibaren tüm önemli kupalardaki penaltı atışlarını içerecek şekilde genişletmiş, datasını 10.000 penaltıya çıkarmış ve şu anda da kulüpleere bu konuda danışmanlık yapıyormuş. Penaltı atışlarının kayıtlarını annesine ve kız arkadaşına tutturup, ikisinin birbiriyle iletişime geçmesini engelleyebilmesi taktir edilesi bir başarı.
Ve şimdi 21 mayıs 2008 tarihinde Chelsea ve Manchester United arasında oynanan şampiyonlar ligi finalinden kısaca bahsedeceğim. Bu maç aslında çok dikkat çeken, yukarıda bahsettiğim iki maç gibi belirgin garipliklere sahne olmuş bir mücadele olmasa da, hem Ignacio’nun az daha kazananı belirleyecek olması, hem de tanıdığımız bir golcünün yaptığı yüzünden ilgi çekici.
Maçtan önce Ignacio ile Chelsea’nin o sıradaki teknik direktörü Avram Grant, ortak bir arkadaş aracılığıyla buluşuyor. Grant, Ignacio’dan Manchester United’ın penaltı atışlarıyla alakalı bazı ipuçları istiyor. Zira final maçlarının üçte biri berabere sonuçlanarak penaltılara kalıyor. Ignacio da bir rapor hazırlayıp bazı bilgiler veriyor. Bu bilgiler arasında şunlar var:
– Seri penaltı atışlarında, ilk penaltıyı atan takım %60 ihtimalle kazanıyor. Penaltılar genellikle gol olduğu ve ikinci takım skoru yakalama konusunda kendisini baskı altında hissettiği için daha fazla hata yapıyor.
– Manchester United kalecisi van der Sar’ın çok sık uyguladığı bir taktik var. Penaltıyı atan futbolcu sağ ayaklıysa kendi sağına, sol ayaklıysa kendi soluna yatıyor. Bir de daima kalenin ortasına uzanıyor, yani orta yükseklikte gelen topları iyi çıkarıyor. Aşağı ve yukarıda çok zayıf. Dolayısıyla Chelsea oyuncuları ya ters tarafa vurmalı, yahut da yerden veya üstten atmalı.
– O sıralar Manchester’da oynayan Christiano Ronaldo’nun penaltılarında enteresan bir durum var. Ronaldo’yu tahmin etmek zor, fakat topa doğru gelirken hafif yavaşlarsa, %85 ihtimalle sağ tarafa vuruyor. Bir de köşe değiştirmekte çok yetenekli. Eğer topa vurmadan önce kalecinin hareketlerinden nereye uçacağını son anda hissederse, %100 ihtimalle ters köşeye çakarak gol yapıyor. Normalde penaltı atışlarından önce sağa sola fazlaca hareket eden Petr Cech, Ronaldo atarken hareket yapmamalı ve Ronaldo vurmadan yavaşlarsa mutlaka sağa uçmalı.
Temelde bu tavsiyelerden oluşan raporu Avram Grant teslim alıyor ve Moskova’ya, finale uçuyorlar. Ignacio 2 yaşındaki ikizlerini uyutup kendisi de uykuya çekilmişken, Maçın normal süresi ve uzatmaları 1-1 sona eriyor. Sıra penaltı atışlarına gelince, hatunu Ignacio’yu uyandırıyor.
Penaltı atışları öncesi yapılan para atışını Manchester United kaptanı Rio Ferdinand kazanıyor. Ferdinand tam Ferguson’a doğru gidip “ilk penaltıyı biz mi atalım, sonra mı atalım?” diye soracakken, Chelsea kaptanı John Terry Ferdinand’ın yanına koşup kolundan çekiştiriyor, “ya tamam merak etme, biz önce atarız problem yok tamam hadi” tarzından konuşarak olayı bir punduna getirmeye çalışıyor. Fakat ikna edemeyince ilk penaltıları Manchester atıyor.
İlk ikişer penaltı gol oluyor. Chelsea’de Ballack ve Belletti, şutları sağ ayaklı oldukları halde van der Sar’ın atlamayacağını düşündükleri sol tarafa, sırasıyla yukarı ve aşağıya vuruyor. Manchester’da Ronaldo üçüncü penaltı için topun başına geçiyor. O sıra Ignacio normalde sağa sola oynayan Petr Cech’in çakı gibi beklediğini, Ronaldo’nun topa yaklaşırken hafifçe yavaşladığını ve tam da sağ tarafa vurduğunu heyecanla izliyor. O anları “Cech’in şutu çıkarması hayatımın en mutlu anıydı. Ta zıplayarak tavana vurdum o an. Bizim hanım ‘dur ikizleri uyandıracaksın’ demeye başladı, ben hala ‘ama bak nasıl tuttu’ diyordum” diye anlatıyor.
Bu atıştan sonraki 4 penaltı da gol oluyor. Chelsea’de sağ ayaklı Lampard sola vuruyor, Ashley Cole sol ayaklı olduğu halde sola vuruyor fakat tam orta yükseklikte gitmeyen top zor da olsa giriyor.
Sıra en son penaltıya geliyor. Bu gol olursa Ignacio milyoner olacak, Abramoviç takımına Avrupa’nın en büyük kupasını kazandıran adamı ihya edecek. Penaltıyı kullanan sağ ayaklı Chelsea kaptanı Terry’nin ters köşeye attığı şut ise, malesef direkten dönüyor!
5 penaltı berabere bitince, seri penaltılara geçiliyor. İlk penaltıları iki takım da gol yapıyor. Manchester’da Giggs 7. penaltıyı gol yapıyor ve Chelsea’nin 7. penaltısını atmak üzere topun başına birisi geçiyor.
Ignacio: “Biliyorsunuz di mi onu? Gerizekalı. Dünyanın en gerizekalı insanı. Adı, Nicolas Anelka… Bu adam benim raporumla ilgilenmemiş. Sonradan söylediler… ‘Bana hiçbir şey anlatma hoca. Bilmek istemiyorum’ demiş. Güzel… Düşünme hakkındaki en doğru yaklaşım bu! ‘Bilmek istemiyorum’… Peki bu arkadaş ne yaptı biliyor musunuz? Normalde van der Sar’ın uçacağı tarafa, tamı tamına van der Sar’ın her zaman uçtuğu yüksekliğe vurdu! Manchester kazandı ve ben kaybettim… İşte bu yüzden şu anda LSE’de hocalık yapıyorum.”
Batuhan Okutan
Bir Cevap Yazın