“Ne güzel! Kimse bilmiyor…” Denizci Tayfun
Zerre kadar sevmediği çırağının yara bere içinde kaldığını gören Memduh Keman topluluğa bakarak: “Doktor… Doktor var mı aranızda?” diye sorduğunda ve mahalleli ‘yok’ anlamında başını salladığında Fehmi Fettan’ın yüzündeki ifade görülmeye değerdi. Önce elini kaldırdı Doktor Fehmi. Umursanmayınca “ben, ben” diye çaresizce inledi. Baktı olmuyor, ayağa kalktı. Ellerini ‘ben buradayım’ dercesine salladı. Yetmedi masanın üstüne çıktı. Yaptığı birbirinden tuhaf hareketlerle dikkatleri üzerine çekmeye çalıştı. Dans bile etti adam. Ancak kimse onu takmadı. Deliye döndü Fehmi Fettan. 25 yıllık doktorluk kariyerinde hiçbir hastayı iyileştirememişti. Kullandığı tedavi yöntemleri hastanın durumunu daha kötü bir hale getirmişti her zaman. İğne yapmayı bile bilmiyordu Fehmi. Yıllarca iğne yapacağı hastalara, “geliştirdiğim özel bir teknik sayesinde hiç acı duymayacaksın. Ama bunun için gözlerini kapatman lazım” demiş
, denileni yapan hastalar işlem bittikten sonra hakikaten de acı duymadıklarını itiraf etmiş, ancak kimse işin sırrını çözememişti. Aslında herkesin başarılı olabileceği oldukça basit bir teknik bulmuştu Fehmi. Yapmıyordu. Evet, yapmış gibi rol kesiyor ama iğne yapmıyordu. Ne yapsın, beceremiyor, yanlış bir durum meydana gelir diye korkuyordu adam.
“Doktor çağırsak mı acaba?”
“İyi diyorsun da bu saatte doktoru nereden bulacağız?”
“Çırağa söyleyin de iyileşsin. Belki o zaman gelir doktor.”
“Yürü git Allah aşkına.”
Bu gibi sözler Fehmi Fettan’ı yaralayadursun çırak yavaş yavaş ayağa kalkmış, az önce kendisini bardak yağmuruna tutan mahalleli tarafından alkışlanıyordu. Hep bir ağızdan ismini haykırdıkları çırağa bir kahraman gibi davrandılar. Gülünce iki kat çirkinleşen çırak bu durum karşısında sızlayan yaralarına aldırmadan zafer kazanmışçasına sırıttı onlara. “O halde bu akşam çaylar Sabahattin’den.” diyen bir ses duyuldu. Ruhi Dragon’du bu. Öfkesi taşma noktasına gelen Fehmi Fettan, Dragon’un boğazını sıktı. Herkes doktoru sakinleştirmeye çalışırken masalardan birinde yangın çıktı. Arkeolog Necmi kibritiyle masanın örtüsünü tutuşturmuştu. Bir sürahi suyla söndürülebilecek alevler Marangoz Hayri’yi derinden etkilemiş olacak ki insan gibi kapıdan çıkacağına dirseğiyle kırdığı camdan dışarı atladı. Memduh Keman kahveyi kapatma fikrini artık ciddi ciddi düşünürken Veteriner Şener iki sokak ötede yetiştiği Hayri’yi tutup sakinleştirerek kahveye geri getirdi.
Yangın söndürüldükten, Necmi ikaz edildikten, Hayri sakinleştirildikten, Memduh teskin edildikten, Fehmi Fettan yine umursanmadıktan sonra mahalleli asıl konuya, Terzi Nezih konusuna odaklandı. Kimdi bu adam? Tarihteki yeri neydi? Koskoca insanlık ailesinde nasıl bir konuma sahipti? Hurafelere aldırış etmeden, aslı astarı olmayan iddialara meydan vermeden
, kafadan uydurmadan, (eğer varsa) eldeki verilere dayanarak tartışılmalıydı bu konu. Mahallelinin hemfikir olduğu tek bu vardı. Bilgisi olmayanlar sallamaktan vazgeçmeli, ağzını açacak olan da vesikalarla meydana atılmalıydı. Sabahattin çay, kuşburnu ve oraletten oluşan düzinelerce bardağı masalara bıraktı.
“Arkadaşlar” diyerek söze başladı Demirci Durmuş. Herkes sustu. Çay kaşıklarının şeker karıştırırken cam bardaklarda çaldığı müziğin sesi kısıldı. Güngörmüş, tecrübeli, lafı dinlenen bir adam olarak kabul ettikleri Durmuş’a pür dikkat bakıyordu herkes. Şüphesiz doğru bilgiler, güvenilir belgeler, aydınlatıcı fikirler sunabilirdi bu adam. Zamanında Hakkı hakkında yazılmış şarkılar konusunda da görüş beyan etmiş, takdir edilesi bir cesaret örneği sergilemişti. Herkes büyük bir umutla ona bakarken, “arkadaşlar” dedi yine Demirci. Bir süre daha sustu. Bunu etkileyici bir konuşmanın takip edeceğine verdi mahalleli. Fakat Demirci Durmuş alnındaki terleri sildikten, ensesini kaşıdıktan, gözlerini ovuşturduktan sonra, “söyleyeceklerim bu kadar” diyerek sandalyesine oturdu. Ya heyecandan konuşamamış ya da söyleyeceklerini unutmuştu Demirci. Belki de konuya giriş kelimesini doğru seçememiş ve bunun ceremesini çekmişti. “Arkadaşlar” değil de “beyler” veya “efendiler” diye söze başlasa durum daha farklı yürüyebilir; kim bilir, yıllarca unutulmayacak destansı bir konuşma bile yapabilirdi. Olan olmuştu bir kere.
İkna edici bir şeyler söyler diye bel bağladıkları Demirci’nin fos çıkmasıyla mahalleli her kafadan bir ses çıkararak konuyu ele almaya başladı. Bir tartışmadan çok, adeta herkesin kendisiyle konuştuğu, kendi söyleyip kendi işittiği bir konuşma oluyordu kahvede. Sanki herkes, “hanım ben kendimle konuşmak için kahveye gidiyorum” diyerek çıkmış gibiydi evden. Yine de ara sıra birbirine cevap verenler ya da biri konuşurken toplu halde onu dinleyenler oluyordu. Şu bir gerçek ki kahve çok gürültülüydü. Bir bütünlüğün aksine, birleştirilmesi imkansız parçalardan oluşuyordu devam eden tartışma. Fakat herkeste sarsılmaz bir inanç vardı. Hepsi o akşam Terzi Nezih’in kim olduğunun ortaya çıkacağına inanıyordu. Buna en çok inananlardan biri de mahallenin en yaşlısı olan Yaşar Daima’ydı. 120 yaşındaydı Yaşar Daima. Belki konuşulanlardan hiçbir şey anlamıyor, belki konunun dahi ne olduğunu bilmiyordu ama bu akşam tüm soru işaretlerinin ortadan kalkacağına yürekten inanıyordu.
“Dört veya yedi asır önce” diye konuşmaya başladı Berber Metin. Herkes ona kulak kesildi. “Zamanın Fransa kralının güzelliğiyle ünlü bir kızı vardı. Ne hovarda dükler, ne ukala vikontlar, kimse onun kalbine girmeyi başaramamıştı. Kral, kızının sarayda kalacağı korkusuyla ona uygun bir eş arayıp duruyordu. Tabii o zamanlar ben yoktum, hahaha.” Berber burada belki gülerler diye mahalleliye umutla baktı. Kimse gülmemişti. “Evet… burada gülmeniz gerekiyordu ama neyse. Kralın uğraşları boşunaydı, çünkü kızı bu dünyada kendisine eş olabilecek bir adamın var olduğuna inanmıyordu. (İster kibir deyin, ister umutsuzluk… Neden böyle düşündüğü bilinmiyor.) Kralın aklına bir fikir geldi. Kızının bu hayatta sevdiği iki şey vardı. Biri elbise, diğeri de kırmızı renk. Tek jüri üyesinin kızı olduğu bir yarışma tertipledi kral. En güzel kırmızı renkli elbiseyi diken terziye hayatta sahip olabileceği en mükemmel hazineyi vereceğini vaat etti. Ülkesinin her köşesine ve hatta bütün dünyaya haberciler saldı. Kızından yarışmada birinci olan terziyle evleneceğini sakladı. Hem güzel bir elbise dikecek, hem de rengi kırmızı olacak… Böyle bir adama hayır demezdi nasılsa kızı.”
“Ne yani.” Dedi Fırıncı Ferhat. “Terzi Nezih’in bu yarışmaya katılmak için Fransa’ya gittiğini ve hatta Fransa Kralının kızıyla mı evlendiğini söylüy…”
“Neden lafımı bitirmeme izin vermiyorsun Ferhat Somunyakan?” dedi Berber.
“Evet… Karışmayın… İzin verin adama… Bitirsin hele… Vay vay… Terzi Nezih hakkında acayip bir şey ortaya çıkacak… Kralın kızı ha… Yuh… Yarışmaya bak sen… Al da gel aslanım…” gibi sözler duyuldu.
“Evet” diye devam etti Berber Metin. “Kralın planı kuşkusuz yerindeydi. Ancak bu şekilde güzel kızını evlendirebilirdi. Haberciler dünyanın her yerini dolaştıktan sonra geri döndü. İki ay kadar sonra da dünyanın çeşitli ülkelerinden gelmiş otuz kadar terzi ayak bastı Kralın ülkesine. Yetmiş kadar da Fransız terzinin katılımıyla yarışmacılar yüz kişiyi buldu. Yüz tane birbirinden güzel kırmızı elbise takdim edildi hanımefendiye. O da içlerinden en beğendiğini seçti ve daha kral söylemeden, elbiseyi diken terziyle bizzat kendisi evlenme isteğinde bulundu.”
“Vay be… O terzi de bizim Nezih’ti ha?” dedi Balıkçı Rasim.
“Hayır” dedi Berber. “Fransız terzilerden biriydi. Bu durum kralı çok sevindirdi. Kızım uzaklara gitmeyecek diye havalara uçtu adam.”
“Bizim Nezih ne yaptı peki?” diye sordu Veteriner Şener.
“Bizim Nezih ne mi yaptı?” diye tekrar etti Berber. “Ben nereden bileyim.”
“İyi de yarışma dedin, elbise dedin, terziler dedin, Nezih’in yarışmaya katılmak için Fransa’ya gittiğini… söyledin…”
“Nezih’in yarışmaya katılmak için Fransa’ya gittiğini mi söyledim. Benim ağzımdan öyle bir şey çıktı mı? Terzi Nezih’in o zamanda yaşadığını ya da yaşadıysa da yarışmaya katıldığını ben nereden bilebilirim. Ne garip adamlarsınız yau.”
“O zaman bunları ne diye anlattın?”
“Aklıma geldi paylaşmak istedim. Allah Allah… Suç mu işledik yani.”
Şüphesiz Berber Metin’in yediği halt sineye çekilecek cinsten değildi. Mahalleli çok kızmıştı ona. Ancak şundan da emindiler ki o yarışmaya Terzi Nezih katılmış olsa, tutar kolundan getirirdi yabancı gelini mahalleye. Dünyanın en yetenekli terzilerinden biriydi sonuçta. Yakışıklı olduğu da söyleniyordu. Bu durumda Terzi Nezih’in o yarışmaya katılmadığı kesindi. Yaptıklarından ziyade yapmadığı tonlarca veriden hareketle ona ulaşmaya çalışmak… Evet, en azından bu da bir şeydi.
Hiçbir yere varmayan, belli ki hiçbir yere varmayacak olan tartışmalarına devam eden mahalleli, birazdan yaşayacakları sürprizden bihaberdi. Belki de tüm perdeler inecek; merak edilen, cevap aranan her şey bir bir ortaya dökülecekti.
(Devam edecek)
Ahmet Memnun
Bir Cevap Yazın