Çocukluğuma damgasını vuran, kalıbını basan, nasıl desem kazığını çakan bir sual var. O sualden sonra içimde bir kıro filizlendi, yüreğimde bir denyo yeşerdi. Yaptığım kötü esprilerde suratınız ekşiyecek olursa lütfen kabahatin o denyoda olduğunu bilin ve beni affedin. Çünkü ben aslında böyle biri olmayacaktım.
Dünyaya bir deha olarak gelmedim. Ben de tıpkı pek çoğunuz gibi alelade, pasaklı sevimsiz mevimsiz bir çocukluk geçirdim. Gerçi haksızlık etmeye gerek yok. Sizin kadar olmayabilirim. Neyse, o sıralar ben de pikniğe gidiyor, salıncakta sallanmaktan büyük bir keyif duyuyordum. Bir gün, kara bir gün, hiç yaşanmamış olması gereken tarihten silinesi bir gün akrabalarımla piknikteydim. Salıncakta sallanırken besteler yapıyor, güfteler diziyor ve insanlar duyup da henüz pişme aşamasındaki eserimin derinliğini kavrayamayıp “Batuhancığım kes sesini, başımızı şişirdin” demesinler diye ruhuma eserimi sessizce fısıldıyordum. Kürdili Hicazkâr makamındaki eserimin güftesi aklımdadır: “Bugün neş’em yerinde / Balkonda oturdum, sallanıyorum ah sallanıyorum x2″. Ne kadar derin bir havası var değil mi? Hayat da içinde çocuksu bir neşeyle pervasızca sallandığımız bir mutluluk oyuncağından başka nedir a dostlar, gün gelip toprağa düştüğümüz? Haa?..
Ben eserimi ruhumu dinlendiren bir sükunet ile icra etmekteyken, sanat ruhundan hayli uzak bir akrabam geldi ve o soruyu sordu. Hayır bu yalnızca bir soru değildi. Kendi ruh hastalığından müstesna bir parçayı malesef benimle paylaştı
, beni zehirledi:
-Sana bi soru soracam, bil bakalım.
Bilirdim tabii. Ben o zaman bile herşeyi bilirdim.
-Sor bakalım.
-425 kaç eder?
Ben tabii Küçük Aristo, “lan 425 kaç edecekmiş, böyle soru mu olur? Etse etse kendisine eşittir” diye çıkarımlar yapıp bu düşüncemi bir şekilde kelimelere döktüm. “Ahaha hayır bilemedin” diye bir cevap alınca sinirlendim elbette. 8 yılın ardından bilemediğim bir soru karşıma çıkıyordu. Bu sorunun cevabını bilmemek, zihinsel sıhhatimin ispatı da olsa bilmeliydim. Öğrenmeliydim. “Ya bu ne saçma bi soruymuş, söyle ne o zaman?” dediğimde cevap geldi: 500
-Nasıl yani 500? Hiç 425 500 olur muymuş? (O sıralar zevkle dinlediğim fıkralarda Nasreddin Hoca’nın esprilerine şaşıran halk aynen bu kalıpta soru sorardı. “Hiç bilmem ne bilmem ne olur muymuş?” Bu kalıba bir daha da rastlayamadım. Sahip çıkamadığımız değerlerimizden olmalı.)
-Bak dörtyüzyirmibeş diyorum, 4 tane yüzyirmibeş kaç eder?
-Ebenin nalı eder.
O anlar bunu fark etmemiştim ama bugün bile bu anekdotu hatırladığıma göre espri kabiliyetimi, kıvrak zekamı, şaşırtıcı mantık oyunlarımı baltalayan bir amil varsa o da budur. Bugüne kadar benden herhangi bir hanzoluk, kazmalık, ne bileyim zevzeklik sadır olduysa cem-i cümlesinin tohumlarını şu yukarıda anlattığım ve bir türlü unutamadığım, yıllarıma kabus gibi çöken hadisede arayın. Her Türk çocuğu, çocukluğunda böyle ağır bir şokla karşılaşmıştır eminim. İnşallah öyledir, yalnız kalmak istemiyorum.
Lüzumsuz akrabalarımın bilgi birikimime armağan ettiği bir de “eşeğimi suladın mı” zevzekliği var. Başlamışken onu bırakmak haksızlık olur. Kulaklarımın vücudumdan bağımsız olarak pivot mevkiinde basketbol oynayabilecek cüsseye sahip olmasını bu “eşeğimi suladın mı”ya borçluyum. Tarifi veriyorum, yazın. Öncelikle ufak bir çocuk kulağından yakalanır. Çocuğun ufak olması çok önemli. Bunu büyük çocuklara yaptığınızda aynı çıldırtma derecesine ulaşabilirsiniz ama onlar belki sizin ağzınızı gözünüzü şişirebilir. Öyle bir tehlikesi var. Kulak elde soru gelir:
-Eşeğimi suladın mı?
-(Hoyt?) Sulamadım?
Nefis
, eşek sulanmamış. O kulak çekilerek “Eşeğim öldü eşeğim öldü eşeğim öldü!” diye geri zekalı gibi bağırılır. Günler geçer, çocuk bir daha yakalanır:
-Gel bakalım hele sen kerata. Eşeğimi suladın mı?
-(Çattık belaya anasını satayım, geçen sefer sulamadım dediğimde hayvan kulağımı çekmişti, bu sefer sulayalım) Suladım.
-Kaynar mı soğuk mu?
-(Kaynar dersek olmaz…) Soğuk!
-Eşeğim dondu eşeğim dondu eşeğim dondu!
O kulak yine köküne kadar çekilerek kızartılır, yarım saat ateşiniz varmış gibi gezersiniz. Bir başka gün:
-Eşeğimi suladın mı?
-Suladım.
-Kaynar mı soğuk mu?
-(Şimdi görürsün seni yavşak) Ilık!
-Eşeğim ılıdı eşeğim ılıdı eşeğim ılıdı…!
Bir gün böyle bir adamla karşılaşırsanız derhal beni çağırın. Onu ücretsiz olarak dövebileceğimi sanıyorum. Fakat bu işe girmeden sizden bir istirhamım olacak. Aşağıdaki soruyu cevaplamanızı bekleyeceğim:
-Sana bi fıkra anlatiyim mi?
(Batuhan Okutan)
Bir Cevap Yazın