SOFRA
Bu sabah Naim geldi. Yüzü her zamankinden daha solgun, bakışları eskiye nazaran çok daha tedirgindi. Hayatı kavramış ama bunun bedelini fena halde ödemiş gibi bir hali vardı. Şaşırtıcı olan, hala hareket edebiliyor olmasıydı. Bundan daha şaşırtıcı olan da bunu benim söylüyor olmam olabilir. Bir ölünün kıpırdaması diğer bir ölüye tuhaf gelebiliyor. Biz de iki ölü
, karşılıklı oturup eski günlerden, hava durumundan, elektrikli ev aletlerinden falan konuştuk. Bir ara çok güldük, ama neye güldüğümüzü şuan hatırlamıyorum. “İyiyim.” dedi Naim. Artık fazla umursamadığından, salıverdiğinden, serbest bıraktığından bahsetti. Bunu nasıl başardığını sorunca da beynine giden kablolardan birkaçını kestiğini söyledi. Ben de onu yetenekli bir adam olmakla övdüm. “Gerçekten iyiyim.” dedi Naim : “Laf olsun diye söylemiyorum. Bak yüzüme! Kendini kaygıdan kurtarmış bir pürüzsüzlükle nasıl da ışıldıyor. Bak, iyi bak!” Naim’in dediğini yaptım ve gözlerinin altında birikmiş olan korkunç karanlığı görünce ürktüm. “Artık uyuyabiliyorum.” dedi sonra. “Dün gece tam dört saat yirmi dakika uyudum. Ne yorgan yere düştü ne de yastık duvara gömüldü. Kıpırdamamışım bile. Söylüyorum ya! Rahatım artık. Her gece evin önüne yiyecek bir şeyler bırakıyorum. Hatırı sayılır sayıda bir kedi grubu donatıyor sofrayı. Yemeğin etrafında yuvarlak oluşturarak sıralanmaları görülmeye değer. Ben de pencereden izliyorum onları. Bak ne oldu! Bir gece, sofraya uzanmış başlar arasında değişik, hem de çok değişik ve açıkçası hiç beklemediğim bir hayvan gördüm. Bu bir kirpiydi. Onca kedi arasında kendine bir yer bulmasına mı, oluşturulan yuvarlakta cüsse ve görünüm itibarıyla belirgin bir tuhaflık barındırmasına mı güleyim bilemedim. Kediler ilk başlarda kabullenmek istemediler yeni ve farklı misafiri. Kızdılar, diş bilediler, korkutmaya çalıştılar ama nafile. Kirpi hiç aldırış etmedi, dönüp bakmadı bile onlara. Usulca payına düşeni yemeye devam etti. Kedilerin de pes edeceği yoktu ancak en etkileyici silahları olan pençelerine saplanan düzinelerce mızrak yıldırdı onları. Davetsiz misafir çetin çıktı ve durumu kabullenmekten başka çareleri kalmadı. Birkaç gece içinde kirpi de sanki onlardan biriymiş gibi alıştılar ona. Bir kirpinin bunca kediyle aynı sofrayı paylaşması, o küçük ve tombul gövdesiyle pür dikkat yemeğini yemesi, keskin dikenlerinden gelen sevimli seslerle neredeyse sadece başını hareket ettirmesi beni mest ediyordu. Aylarca devam etti bu. Her gece pencereden izledim. Hani bazı evler vardır, kalabalıktır biraz. Atıyorum altı kardeş yaşar o evde. Dördü kız diyelim, ikisi de erkek. Yaşları iki ile on arasındadır. Anneleri yemek yapar. Dizilirler sofraya. İşte o an, dünyanın seyredilmeye değer en sevimli ve en dokunaklı manzarası oluşur. Bir müzik duyulur, ama bildiğimiz bir müzik değildir bu. Bunu tarif etmeye çalışmak için kullanılacak en son şey kelimedir belki de. Dil bazı şeylerin üstesinden gelemiyor. Anlıyorsun ya! İşte penceremden her gece izlediğim de böyle bir manzaraydı. Sonra bir gece kirpi gelmedi. Karnını başka bir yerde doyurmuş olabileceğini düşündüm. Sonraki gece yine gelmedi. Yine aynı şeyi düşündüm, ama bu sefer kızdım ona. Biz burada Mızraklı Tank ve arkadaşları için her gece yemek hazırlayalım
, o ise fırsatını bulduğu ilk anda bizi terk etsin; olacak iş değil, diyordum. Üçüncü gece de gelmedi. Bu sefer kızgınlığım yerini yeni yeni filizlenmeye başlayan endişeye bırakmıştı. Devamsızlık dört olunca gece yarısı çıkıp sokaklarda onu aradım. Eve ellerim bomboş döndüm. Neden gelmiyordu? Dört gecedir sofranın tadı tuzu yoktu. Pencereden izlediğim bu şölen tek huzur kaynağımdı. Kirpinin eksikliği doldurulmaz bir boşluk gibiydi. İçimdeki sıkıntı giderek büyüyordu. Uyuyamadım. Sabah olunca evden çıktım. Dertleşmek için sana gelecektim o gün. Evden biraz uzaklaşmıştım ki yolun ortasında onu gördüm. Ezilmişti. Neredeyse kağıda dönen cesedinin üzerinden arabalar geçiyordu.” Ağlamaya başladı Naim. Ben de ağladım onunla. “Bir bu var.” dedi Naim
, gözyaşlarını göstererek. “Gerisini çöpe at gitsin.”
YAPMA BE
Yine gece yarısı olmuş. Kimini duygulandıran, kimini ürküten, kimini mutsuz eden, kimini heyecanlandıran, kimini de ıslatan yağmurun sesi geliyor dışarıdan. Varlığından haberdar olduğun halde aranda mesafe bulunan dehşetin ya da eğlencenin seslense de dokunamaması, kıpırdıyor olsa da uzanıp elini tutamaması ne garip. Sırf bu yüzden bugün dışarı çıkmadım. Bundan sonra da çıkmayı düşünmüyorum. Buradan, bu iğrenç dünyadan iğrendiğimi daha önce defalarca yazmışımdır. Ona bayıldığımı defalarca yazdığım gibi. Duygularımın defalarca değişmesi, benzer hatalara defalarca düşmem şaşırtmıyor. Eğer yapabilir, eğer başarabilirsem, bir ömür evden dışarı adımımı atmayacağım. Gün doğarken, bütün alem uykudayken, şöyle birkaç adım atıp hemen gerisin geri koşarak eve kaçmak gibi küçük kaçamaklar olabilir bazen. Bu kadarına olsun müsaade etmeli. Ama bir canlıyı görme, onun tarafından görülme ihtimaline karşı da dikkatli olunmalı. Sesi bu kadar tedirgin ederken, ya bir de üzerime yağarsa… Şu kapının dışında dehşetten başka ne var? Ya içinde? İçi farklı mı sanki… Dam çoktandır akıtıyor.
Kerim Salih
Bir Cevap Yazın