Piyanist, Şemsi’nin birazdan geleceğini söyleyerek kalabalığı geniş bir salona bıraktı. Salon öyle genişti ki o gözü pek, o civanmert Sabahattin bile kaybolmaktan korkup Memduh Keman’ın elini sıkıca tuttu ve ustasının dizinden bir an olsun ayrılmamaya karar verdi. Ona haddinden fazla sokulmuş olmalı ki Memduh sağ eliyle Sabahattin’in yuvarlak alnına şaplağı indirdi. İnsanı korkutan büyüklüğünün aksine göz kamaştıran bir güzelliğe de sahipti salon. Salondan çok müzeye benziyordu. Birbirinden farklı yüzlerce çeşit eşya vardı etrafta. Her birinin kıymetli, daha makul bir tabirle pahalı olduğu su götürmez bir gerçekti. Sabahattin’in, “bu oyuncaklar kimin acaba?” sorusu yanıtsız kaldı. Çırak, farkında olmadan büyük bir laf etmiş olabilirdi. Her evin oyuncağı bir olmuyordu kuşkusuz.
Veteriner arkadaşlarına dönüp, Şemsi hazır gelmemişken uyarı maksatlı son bir konuşma yapmaya hazırlanıyordu ki çığlığı bastı. Necmi… Arkeolog ortalarda yoktu. Herkes yanındakine iyice baktı. Yok, hiçbiri Arkeolog değildi. Bu geniş salonda kaybolmuş olabilirdi Necmi. 14 kişi birbirlerini kaybetmemek için el ele tutuşarak Necmi’yi aradı salonda. Hiçbir iz yoktu ondan. Topluluk piyanistin arkasından eve yürürken Necmi belli etmeden kaçmış da olabilirdi. Nereye kaybolmuştu bu adam? Şemsi gelmek üzereydi. Bütün plan boşa gidebilirdi. İrfan onu aramak için evden ayrıldığında Veteriner kendini toparladı. Plan küçük bir değişikliğe uğrayacak ama başarılmadan son bulmayacaktı. Şener 12 adamı karşısına alıp cesaret aşılayıcı tarihi bir konuşma yaptı. Herkes bir anda aşka geldi. Şener’i omuzlarına alıp marş niyetine hep bir ağızdan Cemilem türküsünü seslendirdiler. Tam da bu duygu dolu sahne yaşanırken Şemsi içeri girdi.
Kendisini Manevra Dağı’nda arabasına alan Şener geldiği için sevinmişti önce Şemsi. Fakat yanında 14 kişi daha bulunduğunu duyduğunda ne tür bir belaya uğradığını düşünmeden edememişti. Yine de iyi niyetli olmaya çalışmış ve bu zoraki çabasıyla kalabalığın yanına gelmişti. Ama içerde dönen filmi görünce korkusunda haklı olduğunu anladı. Yine de gülümseyen bir çehreyle karşıladı onları. Ellerini sıktı. Bir iki katlanmanın ardından savardı onları nasılsa. Karşılıklı oturdular. Şener arkadaşlarını tanıttı Şemsi’ye. Bir süre dağ macerasından konuştular. Sonra havadan sudan. Ancak bir yerde kesildi muhabbet. Sonrası bir türlü gelmedi. Şemsi kafasında kurduğu bir bahaneyi tam dile getirip nazikçe onları kapı dışarı etmeye hazırlanıyordu ki Veteriner Şener bombayı patlattı. Şemsi kulaklarına inanamadı. Necmi Arkeolog bu topluluğun arkadaşıydı ha! Birazdan buraya mı gelecekti? Şu ortalarında duran, elbisesi kendisinden büyük, hiçbir anlam taşımayan gözleriyle boş boş bakan genç, Necmi’nin evladı gibi sevdiği biriydi ha! Bu gerçek olabilir miydi? Şemsi önce güldü, sonra ciddileşti, sonra gülerken ciddi oldu. “Ya doğruysa” diye düşündü. Zaten birazdan gelmeyecek miydi Necmi. Öyle söylüyordu bu insanlar. Şemsi, tavırlarının rengini Necmi’nin gelme ihtimali üzerinden göstermeye karar verdi. Bu adamların söylediği şey doğruysa, bu, hayatının en önemli günü olacaktı Şemsi’nin. Hemen gidip hanımını ve büyük kızını getirdi. Küçük kızı il dışındaydı. Şemsi’nin hanımının adı Serpil, büyük kızının adıysa Seçil Naz’dı. Küçük kızın adı… Onun bir adı yoktu. İsim koymamışlardı ona.
Veteriner, Serpil Hanım ve Seçil Naz’a topluluğu tek tek tanıttı. Nedim’i tanıtırken sözü uzatması ve Şemsi’ye ikide bir göz kırpması gözlerden kaçmadı. Serpil Hanım şaşkın, Seçil Naz’sa güzeldi. Gerçekten güzeldi Seçil Naz. Serpil Hanımın kendisiyle gurur duymasına neden olan binlerce şeyden biriydi bu durum. Tıpkı misafirperverliği gibi. Konuklara bir şeyler ikram etmek istedi Serpil Hanım. Ne içerlerdi acaba? Bu soru, topluluğa mahalledeki kahveyi hatırlatmış olmalı ki “oralet” diyen bir ses duyuldu. “Kuşburnu” diyen başka bir ses çıktı. Dut suyu, elma çayı, ıhlamur, kant, pekmez şerbeti geldi peşinden. Başı dönen Serpil Hanım kocasına baktı. “Hanımefendi, ineğiniz varsa yeni sağılmış taze süt alabilirim” diyen Tuhafiyeci Sami Serpil Hanıma son darbeyi vurdu. Neyseki veteriner sebebi ziyarete uygun bir istekte bulunarak herkesin kahve içeceğini söyledi. Yatışan Serpil Hanım hizmetçilere kahve getirmelerini buyurdu. Sabahattin Serpil Hanıma “kahve yapmayı bilmiyor musun yenge?” diye sorarak kendisiyle kız istemeye gitmenin pek akıllıca bir tercih olmadığını kanıtladı.
Veteriner, İrfan ve Necmi’nin geç gelme ihtimalini düşünerek vakit kazanmak için bir şeyler yapma gereksinimi duydu. Kahve gelmeden önce topluca evi gezmek istediklerini söyledi. Şemsi parlak geleceğini bu gecede gördüğünden itiraz etmedi. Şemsi, hanımı ve kızı önde, topluluk arkada evin tüm odalarını gezmek için yola koyuldular. Müzeyle mağaza karışımı bir gezi oldu bu. Küçük kızın odasına geldiklerinde Nedim’in dikkatini duvardaki posterler çekti. Dünya genelinde milyonlarca hayranı bulunan çocuk yaşta bir şarkıcının posterine yaklaştı Nedim. Eli çenesinde, bir süre düşünerek baktı. Sonra Şemsi’ye dönüp “bu, aile büyüğünüz mü?” diye sordu. Ailenin tansiyonu düştü. Bu yüzden kalan odaları görme imkanından mahrum kaldılar ve tekrar salona döndüler.
Kahve geldi ve ağır ağır kahvelerini içmeye başladılar. İrfan hala Necmi’yi bulamamıştı demek. Nerede kalmıştı bu adamlar. Sıkıntılı bir durumdu bu. Bir muhabbet dönse yine bir şeyler olur, en azından vakit geçerdi. Gelgelelim kimse konuşmuyor, konuşan da çuvallıyordu. İşte Sinan, “soba göremiyorum. Neyle ısınıyorsunuz, katalitikle mi?” diye soruyordu aileye. Peşinden Hakkı, ayaklarının üşüdüğünü söyleyip Serpil Hanımdan yün çorap istiyordu. Hala korkularını yenemeyen Enes, Serpil Hanıma kralcı olup olmadığını soruyordu. Veteriner duruma el koyup evlilikten bahis açtı. Gençlerin evliliğinden, ailelerin bu evliliklerde oynadıkları rollerden, beklentilerden filan konuştular. Şemsi ve Serpil damat adayının birtakım kriterlere uygun olması gerektiğini söyledi. Nedim “Bu doğru ancak Ado Den Haag kriterleri kadar da zor olmamalı” diyerek fikrini beyan ettiğinde, Şemsi ve Serpil, olası damat adaylarının, Kopenhag kriterlerini Hollanda takımlarından biriyle karıştırmasına çok içerledi.
Bu sırada Demirci Durmuş’un telefonu çaldı. Arayan Berber Metin’di. Telefonun sesini hoparlöre verip dışarı yansıtmasını istedi Durmuş’tan. Durmuş denileni yaptı. Bir anda telefonun öbür ucundan gürültü, patırtı, kütürtü doldu salona. Berber Metin, kahvede olduklarını, yanında en az otuz kişi bulunduğunu, bu güzel akşama ortak olmak istediklerini, telefonun açık kalmasını, onlar yokmuş gibi davranılmasını istedi. Ardından Memduh Keman’la Berber Metin arasında tartışma çıktı. Kahveye nasıl girmişlerdi, camı mı kırmışlardı yoksa? Onca bardak yetmezmiş gibi şimdi de kahvenin camını çerçevesini mi indirmişlerdi? Berber Metin kapıdan girdiklerini, Sabahattin’in her gece kapıyı kilitlemeden kahveyi kapattığını, mahallede evden kovulan kocaların her zaman kahvede uyuduğunu, bunun için Sabahattin’e üstün hizmet madalyası takılması gerektiğini söylediğinde Memduh çırağına bir şaplak daha attı. Şemsi, Serpil ve Seçil Naz için kabus dolu bir geceydi bu. Memduh’la Metin’in ağız kavgası bitmiş; telefon
, salonu tribüne çeviren sesiyle açık bir şekilde masanın üzerine konmuştu. Şemsi kafayı yemek üzereydi. Kahvedekiler arasında bir tartışma başlamıştı. Şimdi tüm salon onların tartışmasını dinliyordu. Evlilik, futbol, ticaret, felsefe, sanat, bilim… Her şey vardı bu tartışmada. Sonunda salondakiler de bu tartışmaya katılınca iş çığırından çıktı. Tüm bu kargaşanın ortasında Enes Serpil Hanıma “hanımefendi, adınız Bn. du Gua mı?” diye sordu. Ne diyordu bu çocuk Allah aşkına. Ne biçim misafirdi bunlar böyle. Koskoca Necmi Arkeolog, şu tiplerle arkadaş olabilir miydi gerçekten? Gözüken tek şey, gecenin pek de iyi olmayan bir sona doğru kulaç attığıydı. Seçil Naz kaygılı, Serpil Hanım gergin, Şemsi Bey huzursuz, misafirler keyifli, telefondakilerse coşkuluydu. İrfan ve Necmi salona girince manzara tam olarak böyleydi. Gelmişlerdi sonunda. İrfan’ın daha sonra anlattığına göre uzun aramaların sonunda Necmi’yi evin önündeki o dev havuzda nefes tutma denemesi yaparken bulmuş.
Onlar içeri girer girmez alelacele Nedim’e işin içyüzü açıklandı. Cemil hemen pencerelerden birini tuttu. Rica yüklü işaretiyle bir diğerini Fehmi Fettan, bir başkasınıysa Fırıncı Ferhat korumaya aldı. Atlayıp kaçma imkanı kalmamıştı Padkolyosin’in. Şimdi herkes merakla Nedim’e bakıyordu. Ne yapacak, ne tür bir tepki verecekti acaba. Onu ikna etmek, bu uğurda çok dil dökmek gerecekti yüksek ihtimal. Ya da üzerinde baskı kurulacak, zorla da olsa bu söz bu akşam kesilecekti. Nedim baktığı halıdan ağır ağır başını kaldırdı. Yüzünde, ne anlama geldiği kestirilemeyen bir bakış vardı. Çenesi kıpırdadı. İşte, konuşmaya başlayacaktı şimdi. Ağzına ne gelirse saydırıp gitmeye kalkışmasaydı bari. Herkes nefesini tutmuştu. Mahalleliye tek tek baktı Nedim. “Barkis dünden razı” dedi. Bu da neydi şimdi? Nedim’in camdan atlamasından korkan Cemil dostuna bakıp şaşkınlıkla tebessüm ediyordu şimdi. Gogol beklerken, voleyi Dickens’la vurmuştu Nedim.
Seçil Naz’ın sonradan babasına anlattığına göre salona girip oturduğu ilk anda bu Selim olacak utanmaz kendisine uzun uzun bakmış. O da dönüp bir anda ona baktığında yüzü kızaran Selim başını önüne eğmiş ve bir daha Seçil Naz’a bakma cesaretini gösterememiş. Kendisini Selim diye hatırladığına göre Seçil Naz için Nedim’in hatırası büyük olmalıydı.
Nedim rengini belli ettiğine göre ilk aşama başarıyla sonuçlanmış oldu. Şimdi sırada Necmi ve Şemsi’nin kucaklaşması, eski günlerden bahsetmesi ve iki gencin mutlu gelecekleri için söz kesilmesi vardı. Necmi ve Şemsi bir süre bakıştı. Tahmin edileceği gibi ikisi de birbirini tanımadı. Aradaki tek fark Necmi’nin bunu sakin, Şemsi’ninse öfkeli ve tehditkar bir şekilde karşılaması oldu. Şemsi ateş püskürüyor, lanetler yağdırıyor, ağza alınmayacak laflar ediyordu. Necmi Arkeolog’la, Arkeolog Necmi’nin farkı, onun o asabi cümlelerinde net olarak ayırt edilebiliyordu. Ünü dünyaya yayılmış, ülkenin sayılı zenginlerinden biriymiş Necmi Arkeolog. Altında son model şirketleri varmış. Şemsi abartıyor muydu bilinmez ama bir keresinde yediği çikolatanın ambalajını insanlar ayıplamasın diye sokağa atamadığından uçak satın alıp satın aldığı uçakla uçarken, nasıl olsa kimse benim attığımı anlamaz diyerek camdan dışarı bırakmış.
Şemsi tehditler savuruyor, Necmi Arkeolog’dan bahsediyordu. Serpil Hanım sinirinden ağlıyor, davetsiz misafirlere tiksintiyle bakıyordu. Mahalleli duyduklarına inanamıyor, bazıları aynı öfkeyle karşı koyuyor, bazıları sakin olmayı tavsiye ediyordu. Telefondan gelen tartışmaysa hala devam ediyordu. Ortalık çok karışıktı. Tüm bu kargaşanın içinde biri vardı ki gözünü bir yere dikmiş, etraftaki yangına kulak asmadan öylece bakıyordu. Nedim… Seçil Naz’a, nasıl denir, büyülenmiş gibi bakıyordu. Bu bakış, bu uzun bakış diline sadece bir kez vurdu o an. Bir cümle, tek bir cümle çıktı ağzından ama onu da kimse duymadı. “O kadar güzel ki” dedi Nedim, “ona ancak uzaktan bakılabilir.” Dediği gibi de yaptı. En uzaktaki pencerenin yanına gidip Seçil Naz’a oradan bakmaya başladı.
Şemsi, “defolun evimden” demese, mahalleli bir süre daha durumun düzelmesi için çaba sarf edebilirdi ama bu laf onları çok kırdı. Kaybetmişlerdi. Bu evliliğin gerçekleşmesi artık imkansızdı. Çaresiz bir şekilde salondan çıkmaya başladılar. Ne olup bittiğinden haberi olmayan Nedim’i pencerenin yanından alıp götürdüler. Herkes salondan çıkmış, aile derin bir nefes almıştı. Asla unutamayacakları kötü bir gece geçirmişlerdi. Serpil Hanım’ın nabzı normale dönüyordu. Seçil Naz bir felaketin kıyısından döndüğünü düşünüp şansına teşekkür ediyordu. Şemsi Manevra Dağı’nın eteklerindeki o kestirme yola, bozulan arabaya, çekmeyen telefona, Abidin’e, Veteriner’in külüstür arabasına, o arabaya kaldırdığı eline, arabada “Necmi Arkeolog” diyen diline ağza alınmayacak şeyler söylüyordu. Yine de ucuz atlatmışlardı. Üçü de birbirine sarıldı. Duygu dolu bir an yaşanıyordu. Derken Nedim salona girip karşılarına dikildi. Serpil Hanım’a baktı ve “hanımefendi” dedi, “tıpkı ninesinin Nastenka’ya yaptığı gibi siz de kızınızı kancayla kendinize bağlıyor musunuz? Şey, çok güzel de…” Ardından mahalleli salona girdi ve yerinden kıpırdamayan Nedim’i zor da olsa dışarı çıkardılar. Kaçmasın diye bu sefer daha sıkı tuttular onu. Öte yandan aile bir kez daha tehlike atlatmış olmanın içlerini ferahlatan serin etkisini duydu. Ne belalı bir geceydi. Bitmek bilmiyordu bir türlü. İşte, şimdi de Veteriner Şener çekingen adımlarla yanlarına yaklaşmış, Şemsi’ye “tüm bunlar sizi goril sandığım için mi?” diye soruyordu. Mahalleli bir kez daha salona girdi ve Şener’i alıp çıktılar. Bir daha da giren olmadı salona. Ama bahtsızlıklar bırakmıyordu ailenin yakasını. İşte yine biri vardı odada. Neredeydi bu adam? Sesi var kendisi yoktu. Muhtemelen bir yere saklanmış olmalıydı. “Durmuş, Memduh, Şener, Cemil” diyordu ses, “Neredesiniz oğlum, konuşsanıza. Memduh, şey, hani şu geçen aldığın üç düzine çay bardağı var ya. Heh heh! Lan oğlum onları niye kutularından azat etmedin. Hep bir arada olmaları… Hamdi’yle Hayri çay yapmak istediler de demin… Şey diyorlar, bardakları kaça almıştı diye soruyorlar. Memduh bir de şey diyeceğim ya, küp şekerler nerede? İnsafsızlık etme de söyle Memduh, şekerim düştü. Aloooo, nerdesiniz lan?” Şemsi bu kara gecenin son kırıntısı olan telefonu alıp piyanistle adamların peşinden gönderdi.
Durmuş telefonuna kavuştuğu için sevinemedi. Veteriner bu yenilgiyi kabullenemedi. Herkes üzgündü. Bir tek Nedim halinden memnundu içlerinde. İçi içine sığmıyor, kalbinin kıpırtılarına engel olamıyor, gözleri parlıyordu. 15 adam, bu defa sessizce yürüyerek, her biri farklı bir hayal aleminde mahalleye döndü.
Şemsi Bey’in üç ay kadar şatosuna misafir kabul etmediği söylentileri dolaştı şehirde. Serpil Hanım’ın bozulan psikolojisi yüzünden bir ay boyunca İsviçre’de bir dağ evinde kaldığı söylendi. Seçil Naz’ın bu kara geceden dört ay sonra nişanlandığı, nişanın çok sade geçtiği, hepi topu on milyon dolara mal olduğu haberi duyuldu. Geçen kış olduğu gibi bu kış da Avrupa kara teslim oldu. Direğe çıkan ve orada mahsur kalan bir ren geyiği iki saatlik bir çalışmanın ardından kurtarılarak sokağa salıverildi ancak geyik insanların arasına karışacağı için, bunun bir kurtarma operasyonu olduğu konusunda ciddi şüpheler oluştu. Genç bir adam penceresinden bakarken yağan karın her yanı tuttuğunu görünce tek kelime etmeden odasına geri döndü. Dünya
, yaşanabilir gezegenler arasında bu yıl da kendisine bir yer bulamadı.
(Devam edecek)
Ahmet Memnun
Bir Cevap Yazın