Kaldırımda yürürken yaylar çizen ellerimin insicamını bozup saçlarımın arasında gezdirmek için niyetlenmeye göreyim, hemen yanı başımda bir dolmuş bitiveriyor. Bazen öyle oluyor ki; kaldırımda yürürken arkadaşımın söylediklerini dinliyorum, ama anlattıklarını onayladığımı gösteren vücut hareketini yapmaya korkuyorum. Korkuyorum çünkü biliyorum ki bir dolmuş usulca sokulup yanımızda duracak. Sanki hareketlerimin içinde komut yerine geçen bir an var, o an gerçekleşince gökten başımıza dolmuş yağıyor.
Yürüdüğünüz kaldırım bir dolmuş durağının ana hattı ise vay halinize! Daha onlarca metre öteden önce sinyal ile, olmadı korna ile üzerinize üzerinize gelen bir dolmuş… Dolmuş sanki boynunu bükmüş ve lisan-ı hal ile yalvarıyor:
– Ağabey, ne olur bin şu arabaya! Nereye gidersen git ama bin!
İşte tam bu vaziyette hareketsiz kalırsanız, suçunuz sebebiyle temiz bir azar yersiniz:
– Kardeşim, madem binmeyeceksin, bir işaret çak da işimize bakalım!
Korkuyorum… Bir gün gelecek, maaşımı çektiğim anda dört kişi birden üzerime çullanıp beni yaka paça dolmuşa bindirecekler. Yol parasını da alıp en son durakta indirecekler. Geri dönebilmek için ikinci bir minibüse bineceğim, indiğim yerden başka bir minibüs beni tekrar alıp götürecek. Param bittiği zaman sırtımdaki torna vidayı çıkaran üniversite mezunu genç polis, cebinden çıkardığı üç-beş kuruşla o ayki hayrını yapıp beni bir otobüse atarak evime geri gönderecek.
Bazı zamanlar sadece 15 dakikalık yolu, 45 dakikada aldığımız oluyor. Biri çıkıp şöyle derse:
– Kardeşim, trafiğin yoğun olduğu saatlerde binersen, haliyle 15 dakikalık yolu, 45 dakikada gidersin!
Ben de şöyle cevap veririm:
– Yahu mehter marşı gibi bir ileri iki geri temposu ile ilerliyoruz, yetmedi bazı hayali durak noktalarında yolcu bekliyoruz. Bu anlarda yoldan geçen bir adamı kiralayıp dolmuşa sokmak benzeri fanteziler geliştirdiğim vakidir. Neyse… Gerçekten çok yavaş ilerliyoruz ve sonra bir şeyler oluyor, geri geri gitmeye başlıyoruz. Birkaç korna filan… Otomatik kapı açılıyor, kapanıyor ama kimse binmiyor… Birkaç dakika sonra yine ileriye doğru hareket ediyoruz. Dolmuşun geriye doğru hamle yaptığı her seferi, beni yerin dibine sokuyor, utanıyorum. Dışarıdaki insanların bakışlarından kıpkırmızı oluyorum. Sanki onlar özgür TL, bizse bir şekilde cebe girmişiz…
Bu estetik bir ileri, iki geri figürlerine aracın dışındayken tesadüf edince yüreğim merhametle çırpınmaya başlıyor. Sıcacık gözyaşlarımı bir lokma ekmek için yalvaran iri cüsseli Isuzu için dökecek raddeye geliyorum. Şoför sevinsin diye dolmuşu bir göz işareti ile durdurasım geliyor. İşin bu aşamasından sonra dünyadan kopup, hayal aşamasına geçiyorum:
– Şu dolmuşa bir bineyim de… Son durakta inerim. Adamcağız da sevinir. Garibim, ne yapsın!
* * *
Güneşli bir havada yürüyorum. Kaplumbağa hızı ile bana doğru yaklaşan bir dolmuştan belli belirsiz bir gölge el sallıyor. Dikkat kesildim… Dolmuş biraz daha yaklaşınca, el sallayanın arkadaşım olduğunu fark ettim. Ben de ona selam verdim. Peki, sonra ne oldu? Ne olacak, dolmuş hemen durdu!
Birkaç gün önceydi. Dolmuşa bindim. Bir yandan yolda ilerliyoruz, bir yandan da kaptanın o garip hallerine bakıyorum. Aha duracak, yok durmayacak, aha da durdu, birkaç metre geri geldi, gelen yok giden yok, şoför içten içe kızgın ama kızamıyor da, nihayet yola devam ediyoruz… Bu arada dolmuşu da şöyle bir süzdüm, minibüs tıka basa dolu. Yan tarafımda, tekli koltukların olduğu bölümde bir genç oturuyor. Bir yandan da şoförün bir acayip hallerini takip ediyorum. O da ne!?! İlerde TL simgesi bekliyor, hem de elini sallıyor. (Bu arada şoförle kurduğum empatinin hakkını vermek için neredeyse herkesi TL simgesi şeklinde algılıyorum. Kaptan hemen durdu, otomatik kapıyı açtı… Yaşlı bir adam bindi ama nereye oturacak? Hadi bakalım, bu gözü doymaz, lanet olası sersem kaptanın yüzünden minibüsün içerisinde bir telaş başladı. Yaşlı adama yer bulmaya çalışan yolcuların uğultuları arasında gözüm o tekli koltukta oturan gence takıldı, genç uyuyor! Yaşlı adama bir yer buldular sonunda. Aaa! Bu genç ne zaman uyandı? Günaydın genç, hoşgeldin aramıza, biz düşmanız ve az önce yaşattıklarından dolayı sana söveceğiz. Sen duymasan da olur.
Şimdi buradan itibaren zaman makarasını geri saralım, daha ilk durağa kadar gidelim. Saat dolunca kaptan arabayı yolun meyline doğru bıraktı. Öyle tin tin gidiyoruz… Kaptan bir yaşlı adama sesleniyor:
– Haydi gelmiyor musun?
Yaşlı adam şöyle bir süzdü minibüsün içini ve kaptana döndü:
– Gelirim ama arabanın önündeki genç arkaya geçerse zira ben biraz rahatsızım.
Yahu ne saçma bir laf bu! Şuna kısaca desene, ben önde oturacağım, yoksa başka gelmem! Hastalık filan bahane… Kaptan gence o kadar masum baktı ki, adamın o yüz hatlarını gören ne diyeceğini de kestirir:
– Evladım sen arkaya geç de birkaç kuruş gelsin öne.
Bakışı teslim alan genç, masumiyetten asabiyete doğru kalıp değiştireceği besbelli olan bu yalvaran çehreden ürkerek derhal arkaya geçti, tekli koltuğa oturdu. Hani şu uyuma numarası yapan genç canım!
Bu ne dünya, ne dünya! Kaptanından yolcusuna herkes bir numara çevirmenin peşinde…
* * *
Önümdeki adama parayı uzattım. Adam:
– Bu parayı bana niye veriyorsun?
Demez mi?
– Harçlık veriyorum evladım, harçlık…
* * *
Paketin düğümünü şu hadiselerle seri halinde atayım:
Bir yaşlı adam torunu ile… birlikte minibüse binip, kaptana parayı uzatırken seslendi:
– Uşağım ha buradan bir öğrenci, bir de insan al!!!
* * *
Dolmuşun derinliklerinden bir ses geldi:
– Işıklarda inecek var!
Önde oturan bir adam espriyi patlattı:
– Karanlıktan korkay mısın?
* * *
Arka sıralardan bir kız sesi işitilir:
– Şu parayı uzatır mısınız?
Hemen şoförün arkasında oturan adam parayı alır
, evirir çevirir, şöyle birkaç defa germe işlemi yapar ve gerisingeri kıza doğru yollar. Peşinden de dolmuşta şöyle bir ses yankılanır:
– Hanımefendi bu para uzanmay!
Ömer Turhan
Bir Cevap Yazın