ÖFKE DOLU BİR GECE
Ey insan içine çıkamayacak kadar büyük suçlar işlediği halde bu suçları sakladığı, gizlediği için kendini mesut sayarak, kalabalıklara masum görünüp ve kendini onlara böyle tanıtıp, hakikati tersine döndürme gayretindeki, sürüngenleri kıskançlıktan çatlatan günahkarlar! Yalnız başınızayken mi “siz” oluyorsunuz yoksa bir toplulukta mı? Haftanın belirli günlerinde farklı kılıklar ve günün belli saatlerinde farklı davranışlar sergilediğiniz için, sizden kaç tane var diye merak ediyor insan. Tek başınıza bir çoğunluğu teşkil ediyorsanız, hanginiz sizsiniz? Yalnızken edepsiz olan mı, kalabalıkta ahlaktan bahseden mi? Günah çamurlarında boğulan mı, içi zemzem dolu bir havuzda yüzdüğü sanılan mı? Ey birkaç kişilik hiç kimseler! Ey bir araba dolusu tek kişiler! Hala kahkaha atabiliyor olmanız, işlediğiniz cinayetin komik olduğunu mu gösterir, yoksa koca bir ahmak olduğunuzu mu?
Ne hazin. İçinizden birinin size bu ithamlarda, bu sitemlerde, bu serzenişlerde bulunuyor olması ne hazin. Bakın bana! İyice bakın! Aramızda hiçbir fark yok. Siz değerlerinizi zamanın getirisine göre kontrol ediyorsunuz, ben sürekli anlamları değiştirilen kavramların sahipleri tarafından kumanda ediliyorum. Her aynaya baktığımda, tahmin edeceğiniz gibi, sizi hatırlıyorum. İnsan kendini unutabilir mi? Bugün sokaklara çıktım. Saatlerce yürüdüm. Vitrinlere bakarak, mağazalar dolusu hayaller kurarak, yanımdan geçen herkesin nasıl giyindiği konusunda kafa yorarak, etrafımda dönen her bir şeye kulak asarak sabahtan akşama kadar yürüdüm. Düşünüyorum da bugün geçtiğim yollardan bir daha hiç geçmeyecek olsam… Kaldırım taşları ve yerdeki çöpler hatırımdan çıkar, bedenim bu yollardan hiç geçmemiş gibi aklım bütün bunları unutabilir mi? Bir yolu var mı kaybolmanın? Ah… Dipsiz uçurumlar!.. Neredeyim ben?..
YIL, AY, GÜN… BUNLARIN NE ÖNEMİ VAR
Bazen umutlandıran, bazen de ürküten bir heyecan…
BİR SIR DAHA ARALANDI
Hayatımın son günlerini mi yaşıyorum acaba? Bir yolculuk var da haberim mi yok? Birdenbire mi olacak, ne olacaksa? Kafamın bu kadar karışık olmasının, bu kadar ani bir sürpriz beklentisi içinde olmamın elbet bir sebebi var. Son zamanlarda garip şeyler oluyor. Garip şeyler her zaman oluyor da son zamanlarda bu tuhaf şeylerle ilgili bazı sırlar gün yüzüne çıkıyor. Garip olan şey aslında bu durum. Birdenbire bir cesaret geldi bana. Asla atmayacağım adımlar atmaya, yapmaktan korktuğum şeyler yapmaya, bir nevi harekete geçmeye başladım. Ne oluyor böyle? Açlık insanı daha cesur yapıyordu da biz mi bilmiyorduk. Geleceğe duyulan kaygı, geçmişe sallanan el, bugüne savrulan yumruk mudur çekingenliğe set çeken? “Can çekişenler dik kafalı olur” diye kim söylemişti? Doğru tespit. Kendisi için hayati bir şey sona ererken, başka şeyleri başlatmanın derdine düşer insanoğlu. İnsan dediğin zaten… İnsan… Bırak Müştak Allah aşkına. İnsana ve insan psikolojisine dair yaptığın araştırmalar şimdilik bir kenarda kalsın lütfen. Günlüğe yazmak istediğin asıl şeyi yaz
, geç ondan sonra. Biz de işimize gücümüze bakalım değil mi?
Evet, bugün eve geldikten sonra bir şey yaptım. Siz değerli dostlarım tahta kuşu ve kurtun da bild… Hemen düzeltiyorum. Tahta kurdu ve kuşun da bildiği üzere evde birdenbire ortaya çıkan bir oda vardı. Oda hala var ancak konuyla ilgili takdir edilmemi gerektiren bazı gelişmeler oldu. Bilindiği üzere bu oda beni izlediği korku filminden sonra sokak lambalarının yanmadığı bir gecede ıssız yerlerde yürümek zorunda olan savunmasız bir çocuk kadar korkutmuştu. Günlerim tedirginlik ve kaygı içinde geçiyor, tahta kurdu ve kuşun caydırıcı ısrarları yüzünden taşınma fikrinden son anda vazgeçiyordum. Bu durum beni yemeden içmeden kesecek raddeye getirdiğinde… Efendim tahta kurdu? Ne söyledin anlamadım? Ha, evet, yemeden ve içmeden bu esrarengiz odanın insanı hasta eden ürkünçlüğünden değil de paralar suyunu çektiği için kesilmiştim, doğru söyledin. Hatırlattığın ve moralimin ayarlarıyla oynadığın için teşekkür ederim. Fakat bugün… Evet bugün… Bu esrarengiz odanın kapısını açtım ve zerre kadar korku duymadan içeri dalıp arkamdan da kapıyı kapattım. Keşke arkamdan kapıyı kapatmasaydım zira korkum yeniden alevlendi ve odadan çıkıp içeri döndüm ve hızla battaniyenin altına girerek titreye titreye bildiğim tüm duaları okudum. Fakat yarım saat içinde yeniden cesaretimi toplayarak, hafiften telefon gibi titremeye devam ediyor olsam da odaya tekrar girdim. Odanın ortasında tabutu andıran bir sandık vardı. Başka da hiçbir şey yoktu odada. Ne halı, ne masa, ne yatak, ne hamak; hiçbir şey yoktu. Evimde birden ortaya çıkan gizemli bir oda ve odanın içinde yalnız başına bir sandık… Korkmalı mı, sevinmeli mi, şaşırmalı mı, kafayı mı yemeliydim bilmiyordum. Ne olacaksa olsun diyerek sandığı açtım. Ben de içinden gerçekten meraka değer bir şey çıkacak sanmıştım. Çıka çıka sandığın içini tamamen dolduran şey çıktı… Neydi, hah şey, deste deste para. Sinir olmuştum. Dudak bükerek destelerden birini saydım. Bir destede on bin lira vardı. Tahminim yüzden fazla deste vardı. Öfkeyle sandığı kapattım. Dostlarımın yanına döndüm ve durumu anlattım. Tahta kurdu sandığı odaya bırakanın şeytan olduğu fikrini dile getirdi. Beni yoldan çıkarmak için böyle bir tezgaha başvurmuş olabileceğini söyledi. Bu oldukça mantıklıydı. Kuş ise şeytanın odayı eve koyduğunu, sandığı ise cadıların oraya bıraktığını söyledi. Sandıkta kaç deste varsa o kadar cadının bu ahlaksız aldatmacayı tezgahladığını ekledi. Bu bana daha mantıklı geldi. Hışımla odaya dalıp sandığı kucakladığım gibi sobanın yanına geldim. Desteleri bir bir sandıktan çıkarıp sobanın içine attım. Tahta kurdu sırtımı sıvazlarken, kuş alnımdan öptü. “Kısa süreliğine de olsa ısınacağız dostlarım” dedim onlara. Neşe içinde gülmeye başladık. Tahta kurdu o kadar çok kahkaha attı ki komşuların rahatsız olmalarından çekinip onu uyardım. Bu yüzden aramızda kısa süreli bir tartışma oldu. Kibriti çaktığım gibi sobanın içine attım. Önce bir deste yanmaya başladı
, peşinden ateş diğer destelere de sirayet edince birkaç dakika içinde soba, içindeki sıcaklığı dışarı yansıtmaya başladı. Dostlarım ve ben ısındığımız için daha da neşelendik ve şarkı söylemeye, dans etmeye, gülüp eğlenmeye başladık. Üçümüz de hayatımızın en güzel dakikalarını yaşıyorduk. Ateş birazdan sönecek olsa da ısınmıştık. İçimizi ısıtan sıcaklık gönüllerimizi de sevgiyle doldurmuş, sevincimizden duygulanmıştık. Tahta kurdunu ilk defa ağlarken gördüm. Kuş, gözyaşlarını ne kadar saklamaya çalışsa da sesinin titremesine engel olamıyordu. Dakikalarca güldük ve ağladık. Sonra soba yavaş yavaş sönmeye başladı. O sönerken bizim de heyecanımız ağır ağır dinmeye, sesimiz kısılmaya ve neşemiz kaybolmaya başladı. Soba tamamen söndüğünde herkes köşesine çekildi ve kimseden çıt çıkmadı. Keşke sandıklardan birkaç tane daha olsaydı da daha fazla ısınsaydık. Hayat işte, hep keşke’lerle geçiyor.
NEDEN
Neden insanlar böyle? Ya da şöyle demek gerekir : Neden biz insanlar böyleyiz? Daha açık söylemek gerekirse, neden pisliğin tekiyiz? Gerçekten iyi biri olarak yaşayabilmek imkansız mı?
HİÇBİR FİKRİM YOK
“Siz değerlerinizi zamanın getirisine göre kontrol ediyorsunuz, ben sürekli anlamları değiştirilen kavramların sahipleri tarafından kumanda ediliyorum.” Altı gün önce yazdığım “Öfke Dolu Bir Gece” başlıklı günlüğümde böyle bir cümle kurmuştum. Altı gündür düşünüyorum, kafa yoruyorum ama bir türlü anlayamıyorum. Burada tam olarak ne demek istedim acaba. Gerçekten hiçbir fikrim yok.
(Devam edecek)
Kerim Salih
Bir Cevap Yazın