İnsana dair asgari düzeyde bilgisi olan tek canlı insandır belki. Anlaşılması zor doğası, değişmeye meyilli yapısı, içinden ne zaman ne çıkacağı kestirilemeyen kalbi, dünyayı aşabileceği gibi çukur diplerinde pineklemeyi de başarabilen karakteri ya da bütünüyle “yabancı” oluşundan kaynaklanıyor olabilir bu. Bilemiyorum. Aynı anda iyi ve kötü olabilen iki farklı cephesi var insanın. Daha fenası, kötü olduğu halde iyi görünebiliyor bu sihirbaz. Taş yüreğini pamuk kadar hafif gösteriyor, pis kibrini güven veren bir çehreyle takdim ediyor, haset krizleriyle donattığı nefretini dostane ve tatlı bir gülümsemeyle perdeliyor burnu sürtülesi. Tersini yapmıyor insan. İyi olduğu halde kötü görünmüyor. Yeşilçam filmlerini saymazsak böyle birini görmek imkansız. Gerek duymuyor belki. Sevilmeye, övülmeye, saygı görmeye hevesli olması bunda ciddi bir etken şüphesiz. Sevmediklerinden saygı beklemesi de insana mahsus tuhaflıklardan. Çevresindekilere sinek kadar değer vermediği halde etrafında uçmaları için can atmak, tepeden baktıklarından takdir beklemek, kendini beğenmiş insanlara verilmiş en müstesna cezalardan biri aslında. Gözü yalnızca kendi kibir krallığının sınırlarında dolaştığından mıdır nedir bu sözüm ona büyüklük içindeki acizliğini fark etmiyor insan.
Lermontov’un, Zamanımızın Bir Kahramanı isimli romanındaki Peçorin karakterini anmak gerekir. Saygıdeğer bir burnu büyük olan bu karakter, insan ruhunda kapanmaz yaralar açması, sırf canı öyle istediği için etrafına zarar vermesi, gururuyla nefes alıp kibriyle yaşam sürmesi bakımından Lermontov’un dünyaya hediye ettiği kıymetli bir armağan olmasının yanı sıra, göğsünde kalp yerine on iki parmak bağırsağı taşıyan bütün terbiyesizlere, kirli yüzlerini teşhir ederek attığı sağlam bir tokattır aynı zamanda. Yazar, bu karakter üzerinden bütün bir toplumu hedef alır, ki bunu da ateşi yüksek kelimelerle önsözde belirtir. Peçorin herkes, herkes Peçorin’dir. Çağın bu tür kahramanlarla dolu olduğunu, onlardan birini inceleyerek gösterir. İsmiyle ironi mevzuunda zirve yapan bu roman, aşağılık bir karakterin kahraman diye tanıtılmasındaki on ikiden vuran oku anlaşılmadığından bir takım saldırılara maruz kalır. Kendini beğenmiş, başkalarına eziyet çektirmekten hoşlanan, zehirli ve gururlu insanlar çoğu zaman bulundukları toplulukta saygın bir yere sahip, kıymeti bilinen, önünde düğmeler iliklenen, adeta bir kahraman olarak kabul görürler. Bir yüksekten bakış, bir küçümseyici alay, bir gurur, bir yalan; kendine güvendiğini belli eden bir çehre sayesinde artık bambaşka manalar içerebilir. Ettiği hakaret iltifat, söylediği yalan hakikat, kurduğu tuzak armağan olarak algılanır, ve bunun için belki sadece güçlü bir pislik olması yeterlidir. Lermontov’un, Peçorin’i kahraman olarak sunmasındaki göndermede bu dışarıdan bakışın ve kabul görüşün etkisi fazlasıyla hissediliyor. Diğer bir etki ise bu tür insanların kendileri hakkındaki düşünceleri olsa gerek. Dışarıdan bakanların konumlandırması gibi, böyle bir insan kendisi hakkında ne düşünüyor, kendisini nasıl buluyor? İnsanlara hükmettiği, kalplerini kırdığı, onları küçük düşürdüğü ve bundan zevk aldığı, herkesin ondan bahsettiğini düşündüğü ve saygı duyulan biri olduğuna inandığı için kendisini eşine az rastlanır bir doğa harikası olarak görebiliyor. Bir meclise girdiğinde herkesin ayağa kalkması, önünü iliklemesi, heyecanlanıp eli ayağına dolaşması, ne yapacağını bilmediği için telaşlı gözlerle sırıtması düşüncesiyle mutlu olabiliyor. Peçorin bu türün en şairane olanlarından : “Doymuş bir gururdur mutluluk.” Nihayetinde büyük biri, bir efsane, bir kahraman olarak boy gösteriyor aynada. Lermontov romana Zamanımızın Bir Aşağılığı ismini de verebilirdi belki, ama Kahramanı tabirini kullanması kadar etkili olmazdı bu.
İsminde bile meymenet bulunmayan Peçorin, sebzeli bir çorba gibi, kazanında ne ararsan bulabileceğin bir karaktere sahip oluşuyla, türüyle beraber içinde yaşadığı o kirli denizin yüzeyinden balık sırtı gibi kendisini belli ediyor. Saygın, kibar, nerede ne konuşacağını bilen, zeki, cesur, gururlu, kendini beğenmiş; kalbinde havuç, yüreğinde soğan, böğründe maydanoz kadar olsun iyiliğe yer bulunmayan acı bir çorba. Portresini oluşturduğu toplumun baştan aşağı bütün kadrolarında benzer özellikte çehreler bulmak elbette zor değil fakat Peçorin gibilerin ‘profesyonel’ olmak gibi bir farkı var. Kötülük onda bir sanat halini almış adeta. Ezbere kalp kırmıyor adam; önce, işleyeceği cinayetin taslağını çıkarıyor, edeceği zulmün şiirini yazıyor. Planlı hareket ediyor. Tavırlarından akan şarıl şarıl asaletle boğuyor kurbanlarını. Mesleğinin hakkını tam olarak veriyor doğrusu. Arada bir kendisiyle, kendi acayip durumuyla alakalı enteresan tespitlerde bulunuyor. Körü körüne kötülük etmediğinden ve yaptığı şeyin bilincinde olduğundan kendi psikolojisi hakkında zaman zaman objektif olabilen fikirler öne sürebiliyor. Lermontov önsözde hastalığın tanısını koyduğunu, şifasının ne olacağını da ancak Tanrı’nın bileceğini söylüyor. Peçorin de içinde bulunduğu durumun farkında, her şeyin bilincindedir fakat buna çare olacak ilacın ne olduğunu bilmiyor. Daha çok, böyle bir ilaca ihtiyaç duymuyor. Şu tanı ona aittir : “Sevgim hiç kimseye mutluluk getirmedi. Çünkü sevdiğim insanlar için hiçbir özveride bulunmadım. Kendim için, kendi zevkim için sevdim onları.” Yaşamaktan bıkmış
, dünyanın ağırlığı altında toprağa sıkışıp kalmış gibidir Peçorin. Bunlardan daha zoru, taşımak mecburiyetinde olduğu ve her saniye yüküyle ezildiği bir şey vardır ki o da kendisidir. Bu yönüyle insanda acıma duygularına vesile olabilecek bir yapıya erişecekken; içinde büyüyen nefretle masum insanlardan intikam almaya çalışarak, ne hali varsa görmesi gereken bir pozisyona terfi ediyor. Kimi zaman kendisini küçümsediğini söylese bile, bunun mütevazilik ve alçakgönüllülüğe doğru yelken açtığını fark ettiğinden midir nedir, “Başkalarını da küçümsemem bundan mıdır acaba?” diyerek soru işaretini insanın gözüne sokuyor. Bu öyle bir insan portresi ki, elbisesinde gözüne çarpan küçücük bir toz yüzünden herkesi baştan aşağı çamur görüyor. Kendisiyle savaşmıyor. Kazandığı, kazandığını sandığı zaferler, başkalarına açtığı haksız savaşlardan geliyor. Uçurumdan attığı ne çok hayat var onun.
Lermontov, Peçorin’i bir toplum portresi diye tarif ediyor. Onu, bu toplumun “kusurları gelişmiş” bir parçası olarak sunuyor. Yazarın el attığı iş, altına girdiği yük, gösterdiği cesaret takdire şayan. Bu kadar genç yaşta ölüp de böyle duvar gibi gerçek bir karakter meydana getiren kaç yazar vardır diye merak ediyor insan. Çoğu yazar nice tecrübelerden geçtikten sonra hakiki eserini veriyor. Lermontov’u bu tecrübeden alıkoyan şeyin düello denilen bir saçmalık olduğunu bilmek de insanı ayrı bir üzüyor. Üstelik kendisinden dört yıl kadar önce, yine büyük bir yazarın, Puşkin’in bir düello sonucu ölmesi üzerine Şairin Ölümü adlı şiiri yazıp; bu şiirle düelloya, intikam duygusuna, bu cinayete göz yuman, bu cinayete sebep olan her şeye isyan etmiş, Kafkasya’ya sürülmüştü. Yazdığı şiirlerle Puşkin’in mirasçısı olarak kabul gören Lermontov, kaderiyle de bu görüşü teyit etmiş oldu.
Peçorin vasıtasıyla, insana mahsus şeytanlıkların, bilhassa gururun o tiksindirici yüzüne atılmış sağlam tokatlardan birinde imzası olan 27 yaşındaki genç Lermontov’u, sadece bu nedenle bile büyük yazarlar kervanının kıdemli yolcularından biri sayabiliriz.
Kerim Salih