2007 senesinde Avcılar’da bir evde Facebook hesabı açmak suretiyle sosyal medyaya adım attım. Ne bereketli bir adımmış ki aradan geçen 8 sene boyunca fasılasız yürüdüm. Facebook o zamanlar ‘ilkokul, yahu hiç olmadı ortaokul arkadaşlarımızı bulalım’ diyen arkadaş aşığı insanların başvurdukları en kestirme yoldu. Beleş mezar bulsa girmeye can atan bir kitle bu hazır lokmayı yutmak tarifsiz bir şeydi. Taş atıp da kolumuz mu yoruluyordu sanki… Eh bendeniz de kestirmeyi seven bir Türk vatandaşı olarak bir an evvel ilkokul arkadaşlarımı bulup ‘’ee hacı abi sonra naptın?’’ diye geyik çevirmeye can atıyordum. Facebook’a giriş amacımızın daha sonraki gelişmelerle tarihe karışacağını o zamanlar düşünmek benim için ‘e eşittir emce kare’ formülünü izah etmek kadar imkânsız bir hadiseydi.
AMAANNN İLKOKUL ARKADAŞIMI BULUP DA NAPACAĞIM???
Gel zaman git zaman derken Necip Fazıl okuyan bir ‘ANADOLU GENCİ’ olarak Facebook’ta idealist göndermeler yapmaya, yakın tarihteki hadiselerle ilgili fikir beyan etmeye, yaşıtlarımı ‘’siz hayat süren ergenler….’’ cümleleriyle tenkit etmeye başladım… Elbette eş, dost, akrabalarımı da peyderpey Facebook’ta arkadaş olarak ekliyordum. Necip Fazıl okumalarımın üstüne binen o depresif, o derbeder hissiyatım muhtemelen arkadaş olarak eklediğim eş, dost, akrabamı da canından bezdirmiş olacak ki iletilerimin altına yorum olarak ‘’Murat karşim iyi misin?’’, ‘’Gardaş amacın ne senin?’’, ‘’Hacı abi ne saçmalıyon!’’ gibi özünde iyi ama beyanı itibariyle kalbime ok gibi saplanan yorumlar yapılıyordu. Bense vazgeçmiyor, ‘Meksika Sınırı’ programında ismi zikredilen her ne kadar yazar, çizer, düşünür tayfası varsa onları Facebook’ta çorba yaparak ‘’Şişşt aslanım sizin kafanız bu mevzulara basmaz’’ mesajını alttan altan beni tenkit eden kitleye vermeye çalışıyordum.
İŞE GİTMEK İSTEMİYORUM İYİSİ Mİ FACEDEN VERYANSIN EDEYİM EVRESİ
Albert Camus, Kierkegaard filan paylaşımları, Oğuz Atay-Kemal Tahir esintileri dolu Façem, aslında sonradan çok seveceğim ama ilk zamanlar nefret ettiğim iş yerimde yaşadığım bunaltıya da ilaç olmuştu. İzin mi kapandı yaz façeye, hoşuma gitmeyen bir durum mu var anında onu paylaş, çıkış mı verilmedi derhal bir sistem eleştirisi yap derken bir nevi içimi boşaltıyor, bunu da ‘Küçük Emrah’ moduna girmek suretiyle yaparak eş, dost, akrabanın ‘’vah vah, böyle bir CİNS KAFA (Necip Fazıl mode on) harcanıyor’’ cümlelerine ortam hazırlıyordum. Elime bir şey geçmese de psikolojik olarak iyi geliyordu.
EDEBİYAT MAHFİLLERİYLE TANIŞTIM FAÇE BENİMÇÜN ARTIK BAŞKA BİR YER
Ne alaka bilmiyorum ama yine Façe vesilesiyle edebiyatçılarla tanışıp, kendime yeni cepheler açıyor; tabir-i caizse kendimi bir halt sanmaya başlıyordum. Oradan aldığım özgüvenle olsa gerek bu sefer de ‘halkçı’ olup iletilerimde alayına gider yapıyordum. Halk kimdi
, ben niye bir anda halkçı olmuştum gibi sualleri geri dönüşüm kutusuna atıp, iletilerimde halkın irfanı, balıkçı selim amcanın basireti, tandırcı nimet teyzenin feraseti, ayakkabı boyacısı çocuğun didaktik hayatı üzerine insanlara vaazü nasihatte bulunmaya son sürat devam ediyordum. Façe bunu kaldırmıyor ve hısımlarım tarafından ‘olm murat kendine gel’’ yorumları ardı ardına geliyordu.
HALK FAÇEDE GALATASARAY NEDEN OLMASIN?
Façede fikir beyan ederken taraftar kimliğimin ziyadesiyle ortaya çıktığı 2012 senesi üzerinde de durmam lazım. Galatasarayla yatıp Galatasarayla kalktığım enteresan bir dönemdi o. Niye o kadar gaza gelmiştim bilmiyorum ama halkçı abilerin çevirdiği geyiğe fazlasıyla adapte olmuş
, biraz da sanırım onlara laf yetiştirmek istemiştim. Her üç paylaşımımdan biri Fenerbahçe’ye laf sokmak, biri Aziz YıldıYım’a illegal işler isnad etmek ve biri de bizim ‘UEFA kupamız var ohh canıma değsin’ diye yazmaktan ibaretti. Arada sinkaflı ifadeler kullanarak herkesi şoke ediyor, ama bu tavrımdan zerre kadar taviz vermiyordum.
BİR BAKTIM FAÇEDE GÖNÜL MEVZULARI ESİYOR, ELVEDA HALKIM ELVEDA GALATASARAY!
2013’te Façede artık gönül mevzusuna eğilmiş, ‘’bu kızı alamazsam etimde şirpençe çıkar’’ mısrasının ana fikrini ortaya koyduğu paylaşımlar yapmaya geçmiştim. Youtube’dan paylaştığım şarkı ve türkülerle bu ne hâl diyenlere ‘üstüme gelmeyin abiler, efkarlıyım’ mesajını sonuna kadar veriyordum. Hayırdır, kim bu şanslı kız diye sual edecek olanlara ‘sormayın, desem öldürürler demesem öldüm’ gibi afilli bir mısra patlatıp İsmet Özel’e selam çakıyordum. Gönül mevzusu üzerine yazarken dahi günlük siyaseti, edebiyatı, düşünceyi ihmal etmeyip, yine her halükarda sistem eleştirisi yapıyor, derbeder cümleler kurarak ‘yahu bu çocuğun da bilmediği bi’ beş vakti namaz’ cümlesinin gönüllerde sadır olması için elimden gelen gayreti gösteriyordum. Tüm bu yazı çizi işlerini destekleyen fotoğraflarımı da aralıklarla Façeye yüklüyor ‘ooo abi karizmasın’, ‘devrem on numara çıkmışsın’, ‘abi gözlük yakışmış’, ‘halamoğlu ya aynı ben :p’ gibi yorumlara ‘eyvallah devrem, eyvallah hacı abi; sağolasın dayımoğlu’ gibi kısa yorumlarla mukabele ediyordum. Bazen de benim bile anlamadığım fotoları paylaşarak ‘yine çok derin bir mesaj verdi Muro’ gibi fikriyata insanlarda kapı aralıyordum.
KEMAL ZEVAL PRENSİBİ VE FAÇEDEN SOĞUMAM
Tüm bu yaşananlardan sonra façeyi daha makul ve işlevsel kullanma dönemine girdiğim son 1-2 yılda paylaşımlarım genel itibariyle ‘ben okudum babacım sen de oku’ prensibine münasip bir hâl aldı. Foto paylaşımı gitgide azaldı. Hissiyatı açık eden iletiler tarihe gömüldü. Twitter’ın gündemimize bomba gibi düşmesi hayatımın son 8 senesinde yeri olan bu sosyal medya aracından soğumama sebep oldu. Bilginize arz eder, saygılar sunarım.
Murat İstanbuli