Uzay, eskiden beri merak ettiğim şeylerin başında gelir. Sonradan öğrendiğime göre bu merak zeki insanların bir özelliğiymiş. Roket, mekik, uzay aracı gibi şeylere henüz vakıf olmadığım dönemde balonlara tutunup yıldızlara gitmek isterdim. Yeterli sayıda balonu biriktirdikten ve güvenlik kontrollerini yaptıktan sonra önümde tek engel kalmıştı: Ağaç dalları! Zira balonlarımın patlaması yolculuğumun sonu demekti. İyi bir planlama ve bir dizi gözlemden sonra uzaya seyahat fikrimi annemle paylaşma zamanı geldi. İlk uzay yolculuğu planımı duyunca annem “Olmaz yavrum, üşütürsün!” dedi. Evet, yanlış okumadınız “Üşütürsün” dedi. “Olmaz öyle şey, yapma, saçmalama” falan demesini geçtim de hiç olmazsa “Düşersin” demesini beklerken aldığım cevaba bak! Oysa ben diyaloğun devamını hep “düşersin” üzerinden geliştirmiştim. Tek bir kelime ile bütün savunma hattımı çökertmişti. Bilerek yapmış olabilir miydi? Ne diyecektim şimdi? Bir an acaba kıyama mı kalkacaktım yoksa oturacak mıydım kararsızlığı yaşayan hacı gibi zıplayıver çekirge pozisyonunda kaldım. Kalış o kalış.
Üşütmek tehdidi ile sekteye uğramış olsa da uzaya olan merakım devam etti. Ömrümün İlk güneş tutulması dün gibi aklımdadır. İlkokul öğretmenimiz televizyondan duymuş olacak bizlere ertesi gün güneş tutulacağını söyleyip gelirken beyaz cam ve çıra getirmemizi istedi. (Geredeli okuyucularım için: “… beyaz cam ve çıra götürmemizi istedi.”)O anda ondan daha bilge kimse yoktu benim için. Neler de biliyormuş meğer benim “komnis” öğretmenim. Arkadaşım Sultan, öğretmenimizin “komnis” olduğunu ispiyonlayınca biraz şaşırmıştım. Çünkü o zamana kadar tanıdığım tek “komnis” amcamdı. Ve ben bunun ona has bir özellik olduğunu düşünerek içten içe gururlanıyordum. Demek başka komnislerde olabiliyormuş. “Nerden bilmişler?” dedim “Amcanın arkadaşıymış.” dedi. Ama bence ağzını tamamen örten bıyıklarına rağmen “komnis” değildi yoksa nereden bilecekti güneş tutulmasını falan. Ertesi gün çıra ile camlara is yapmayı öğrendik. Sonra biraz abartıp kızlarda dahil kendimize bıyık, sakal falan yaptık. Emre kaşlarını kalınlaştırıp birleştirerek yaptığı tek kaş stili ile aynı öğretmenimize benzemişti. Öğretmen bile şaşırdı. Haa! Güneş tutulacaktı değil mi? Tutuldu. Hava çok kararmadı. İsli camdan ne göreceğimizi bilmiyorduk. Öğretmenimiz “Kimler portakalı gördü?” diye sordu. Bizim isli camlar havada gözler ise ağaçlarda olunca kızdı biraz. Bir tane bile portakal ağacı olmayan memlekette bir sınıf çocuğun portakalın ağaçta yetiştiğini bilmesi bence çok etkileyiciydi.
Hayal kırıklığına uğramış arap bacı kıvamında eve gittiğimde annemin “çıkmayan lekeler” kâbusu ile yakından tanışmış oldum. Bence annem abartıyordu. Zaten siyah önlük giyiyorduk. Kararan sadece dantel yakalığımdı. Bir de günün anısına el izleri çıkardığımız beyaz çorabım. Ha bir de iki kuyruğuma ayrı ayrı taktığı kafamdan büyük kurdeleler. En çok dantel yakalığa kızdı. Güneş her zaman tutulurmuş ama dantel her zaman örülmezmiş. Öyle dedi annem. “Madem öyle o zaman bana bir teleskop alın da beyazlar ilk günkü gibi bembeyaz kalsın.” dedim. Annem “Olmaz yavrum, röntgenci sanırlar.” dedi. Bizde neden uzay araştırmacısı çıkmadığı anlaşılıyor mu? Oksfort okumamakla alakası yok! Tamamen yerli nedenlerden ötürü, anne eli değmiş gibi…
Uzayla imkânsız aşk yaşadığımı anladığımda kitaplarla Abdurrahman Çelebi babından bir ilişki kurmak durumunda kaldım. Bu süreçte çok şey öğrendim. Örneğin, bazı bayanların kozmetiğe harcadığı paranın ülkeler bazında harcanmış haline uzay araştırması denir. Bu cümleyi not edin. Onlarca kitabı okumaktan kurtulacağınızı garanti ederim. Bu tanımım, uzay araştırmalarının aslında ne anlama geldiğini çok güzel özetliyor. Ama yine de anlatayım. Uzay araştırması mevzu bahisse, akla gelecek iki ülke vardır: Amerika ve Rusya. Üçüncüsü yok! Aralarındaki rekabet yıllarca soğuk savaş şeklinde devam etti. Buna para dayandıramayacaklarını anlayınca göstermelik bir ortak proje ile jübile yaptılar. Yersek! Bu ülkeler o kadar uzaylıdırlar ki, uzaya dair her şeyi belirleme hakkını kendilerinde bulurlar. Geçenlerde NASA’nın son başkanını “Hayatta kalmak istiyorsak birçok gezegende yaşayabilen bir tür olmak zorundayız. Diğer gezegenlere yayılmak için de ilk olarak Mars’a gitmemiz gerekiyor.” derken işittim. İngilizceydi, anladım yine de. Yayılmaya o kadar alışmışlar ki uzay söz konusu olunca da değişen bir şey yok. Dünyadaki yayılmalarını biliyoruz da uzaydaki için acaba nasıl bir yöntem izleyecekler diye merak ederken çok baba bir haber sitesinde “Mars’ta koloni kurmak” istediklerini okudum. Heyecanımı tahmin edersiniz. Mars’taki kolonilerinde buğday ekeceklermiş ama ekilmiyormuş
, hatta su da yokmuş. Üzülmeyin! Bu şartlar altında da yaşamak mümkünmüş. Hem de kaç gün biliyor musunuz? Sıkı durun! Tamı tamına altmış sekiz (Rakamla:68) gün! Altmış sekiz koca gün! Akıllara zarar bu fikri ileri sürenlerin azıcık benim gibi anneleri olsa “Olmaz yavrum, Mars yoluna gitti derler.” itirazıyla bu durumlara düşmesine engel olurdu. “Ama şimdi koskoca bilim insanı bunlar. Uzaya git gel suyolu yapmışlar. Ne diyeceğiz? Ayıp etmeyelim! Hele de “Dünyayı kurtaran adam” ve onun oğlundan sonra” demeyin. Bunun adı düpedüz Mars yoluna gitmek! Uzaydı
, Ay’dı, Mars’tı derken bir kuyruklu yıldıza robot indirmeyi de başardılar. Delip deşip örnekler alacaklar. Aradıkları “uzay da hayat, su” falan da değil. Hele kuyruklu yıldız buğdayı yiyerek güne başlamak hiç değil! Dünyaya kıymetli madenleri kuyruklu yıldızlar getirmiş olabilir diye düşündüklerinden bunca masraf. Uzay madenciliği diye bir sektör var diyeyim gerisini siz anlayın!
Bir kere herkes bilmeli ki; uzay hepimizin. “Eskiden buralar bomboşmuş.” hikâyelerini duymuşsunuzdur. Bunlarınki de o hesap bomboş uzayı buldular çevir babam çevir. Kuyruklu yıldıza robot yollarken, yıllarca hepimizin uzayına hâkim olmak için savaşırken acaba kime sordunuz? Tamam, para sizin ama kuyruklu yıldız kimin? Uzay kimin? Birçok insan emek vermiş, on yıl çalışılmış bir de milyar dolarlar (1,6 milyar dolar) harcanmış diye okuyunca çocukluğumun masum uzay meraklısı uyanmış ve ümitlenmişti. Meğer bütün bu kuyruklu yıldız macerası sadece 64 saat içinmiş.
Mesele şu ki; sayın bilim insanları kuyruklu yıldıza gece konduk diye esas sorumluluklarınızdan kurtulduğunuzu sanmayın. Korniş problemi hala devam ediyor. Tülünü perdesini köpürte köpürte yıkamak isteyen benim gibiler ve hâlen raflarda sarılı duran kilometrelercesi adına esas buna bir çözüm bekliyoruz. Tül takmak hep eziyet hep eziyet… Folyodan ürettiğiniz kapaklar nedense tek hamlede açılmıyor
, elde kalan konserve kapak açacaklarına girmiyorum bile. Size rağmen plastik diye bir şeyin hala var olmasına ne demeli! En önemlisi kısa mesaj ve mail uygulamalarına geri al tuşunu bilerek mi icat etmiyorsunuz, anlamıyorum. Gönderebildiğim gibi vazgeçer geçmez geri alabilmeliyim. Hangi çağda yaşıyoruz? Bu yüzden daha ciddi işlerle sizleri sahalarda görmek isteriz.
Yukarıda not etmenizi istediğim tanıma işte burada geri dönüyoruz. Nasıl ki kozmetik ürünler kadınların paralarını çalmanın yasal yolu ise bu uzay araştırmaları da öyle. Kadınlar aynaya, zengin ülkeler uzaya bakmaya devam ettikçe ne kırışıklıklar geçecek ne de uzayın kıymetli madenleri onların olacak. Olan yine açlıktan yüzüne konan sineği kovalamaya dermanı olmayan çocuklara olacak. Dediydi dersiniz…
Ayşegül Gürbüz
Bir Cevap Yazın