Beşiktaş’ın kupadan elendiğini 2-3 gün sonra evde artık eskimiş bir gazeteye göz atarken öğrendim.
Beni hıyanetle suçlayacak kişiler olacaktır
, biliyorum.
Bize, 2001 yılında bir gazetenin kampanyasından (kupon karşılığı idi sanıyorum) standart ya da standart + sinema paketi digiturk üyeliği çıkmıştı, ya da indirim almıştık, bunu da çok iyi hatırlamıyorum. Standart idi de sonradan sinema’ya mı yükselttik, onu da çok iyi bilmiyorum. Bildiğim şu ki, bir süre bizde sinema ve standart paket digiturk aboneliği vardı.
2002-2003 sezonunda Beşiktaş’ın bir derbi maçı günü babam her hafta olduğu gibi elinde radyoyla evin içinde gezmeye hazırlanıyordu. Annem bana usulca sokulup “bu akşam beşiktaşın maçı var galiba, şu lig tv’yi arayıp maçı satın alsana” dedi.
Önce biraz burun kıvırdım ama baktım babam gerçekten evde kıvranıyor, annem de babam için birşey istemiş… Aldım telsiz telefonu elime, numarayı çevirdim.
Sene 2002 ya da 2003, dediğim gibi orayı çok iyi hatırlamıyorum. Maç, 34 milyon TL (6 sıfır atılmış hâli 34 TL). Çağrı merkezindeki eleman baktı bizim zaten aboneliğimiz var. 34 TL’yi bir maça vereceğinize aylık 10 TL gibi bir farkla 3 ay, yani 14 hafta boyunca 40’a yakın maç izlersiniz dedi. Şimdi bu maçı satın alma işi, sürpriz olacaktı… Dolayısı ile aylık Lig TV aboneliği işini de babama değil anneme sordum. İyi tamam yap deyince onayı verdik, maça kadar aboneliğin açılacağı sözü verildi, neticede açıldı.
Maç saati gelene kadar babama birşey söylemedik. Ne kadar sevinecek diye görmek için de meraklı ve heyecanlıyız… Ben evde yerimde duramıyorum. Bir evlat olarak babaya sevineceği bir şey yapmaya çalışmışız ama akibet ne olacak, bilmiyoruz…
Maç saati gelene kadar üyelik açılmış mı açılmamış mı diye kontrol ettik birkaç kere.
Eskiden LİG TV’ye gidince “Aboneliğiniz seçmiş olduğunuz kanalı kapsamamaktadır” tarzında bir ibare gözükürdü. Bazen (maç sezonu bitince) bu kanal yayına açılırdı da. Yani mesajı görmeyip yayını gördüğümüz de olurdu. Ama biz aboneliğe başlamadan önce de böyle miydi onu hatırlamıyorum. O gün baktığımızda durum neydi şimdi onun detayını da hatırlamıyorum. Neticede maç başlayana kadar izleyip izleyemeyeceğimizi anlayamamıştık gibi geliyor bana.
Neyse, buraya takılmayalım. Maç saati gelip de LİG TV’de maç başlayınca babamı salona çağırdık. Böylece ilk etapta 3 ay olarak başlayan LİG TV üyeliğine kendimizi kaptırmış bulunduk…
Hepiniz mi ? diye sorduğunuzu duyar gibiyim…
Evet hepimiz.
Annem salonda taze fasülye ayıklarken kafasını kaldırıp ekranda gördüğü ilk adama “Sinan değil mi bu, beşiktaşlı ?” diye sordu mesela bir keresinde. Babam “sen Sinan’ı nereden biliyorsun” diye sorunca da, “Seda Sayan’la evliydi” dedi.
Bu LİG TV böylece evde bütün hafta sonunu işgal etmeye başladı. Evdeki muhabbetlere futbol muhabbetleri önce eklendi, sonra galebe çaldı. Evde yaşayıp da bundan etkilenmemek mümkün değildi.
Olay o düzeye geldi ki o zamanki işyerimden bir arkadaşla 31 Ekim 2003’teki Beşiktaş – Galatasaray maçına gitmiştik. Ramazan’ın ilk günüydü. Hayatımda gittiğim üç maçtan ikincisiydi. Tribünde iftar yapılmıştı. Maç sırasında hakeme ve futbolculara edilen küfürler, deşarjlar, sıfıra sıfır biten maçın ardından tribünde hayal kırıklığı ile oturan taraftarlar… Karadenizde gemi filosu batmış gibi herşeyini kaybetmişçesine bitkin yüz ifadeleri… Statta maç izlemek
, evde nezih bir ortamda izlemekle asla ve kat’a aynı değildi.
O sezonun birkaç hafta sonrasında 5 kırmızı kartlı meşhur Beşiktaş – Samsunspor maçı vak’ası gerçekleşti. Babamın takım toparlanır umudu sebebi ile LİG TV aboneliği o senenin sonuna kadar devam etti.
Sezon sonunda maçlar bitince lig tv aboneliği sanki abone değilmişiz gibi uykuya geçiyor, eski ücretten digiturk faturaları ödeniyor, LİG TV’de de maç haricindeki diğer programlar izlenebiliyordu. Sezon başlarken abonelik tazelemek isteyip istemediğimiz sorulunca, babam, yeni sezon, yeni umut düşünceleri ile olsa gerek yine aboneliği uzattı.
Bir zaman sonra yaşandığına inandığı suistimalleri öne sürerek LİG TV aboneliğini iptal ettirdi. Arayanlara da sert cevaplar verdi. 5 kırmızı kartlı maçın LİG TV gibi kurumları kurtarmak için tezgahlandığına inanmıştı, bu yüzden de bunlara para vererek bir parçası olmak istemediğini söylüyordu telefonda açıkça.
O vesile ile LİG TV aboneliğimizi kapatınca hayatımız normale dönmeye başladı ama bu süreç uzun sürdü.
Tabi 2003-2005 döneminde yaşadığımız bu vetirede futbol muhabbeti benim sadece evdeki değil ev dışında iş ve internet aleminde de konuşma ve yazılarıma sirayet etmişti. Din iman namına ortak olduğumuz, görüş birliği içinde olduğumuz insanlarla Anelka topu kaleye elle atmıştı atmamıştı, nasıl müslümandı, iyi miydi kötü müydü muhabbetlerine girince olayın geldiği noktanın vehametini yavaş yavaş kavramaya başladım.
Evet futbol belki birbirinden her anlamda kopuk ve başka dünyaların insanları olan kişileri aynı renk altında birleştirebiliyordu ama, aynı fikir, aynı dünya görüşü, aynı dünya ve kâinat telakkisine sahip insanları da farklı renklere ayırma gücüne sahipti. Birleştiriciliği japon yapıştırıcısınınki kadar sağlam değil, şekerli çay damlayınca oluşan yapışkanlık kadarken, çatlatıp ayırdığı yerler kolay kolay tamir olmuyordu…….
Örneğin bir akşam namazını yetiştirmek telaşıyla 2010 yılının bir bahar gecesinde Metrobüs Söğütlüçeşme istasyonunda inmiş ve koşarak Söğütlüçeşme Camii’ne gitmiştim. Orada yeni dağılan Fenerbahçe Beşiktaş maçından çıkmış bir grup taraftar camiye doluşmuş, aynı benim gibi akşam namazını vakti çıkmadan yetiştirme derdine düşmüştü. Forma renklerinin verdiği “öteki” duygusu ile camide görmenin getirdiği “kardeşlerim” duygusu arasında kalmak can sıkıcıydı. Bilinçli müslümanın seçeceği taraf elbette belliydi ama sorun o vesvesenin varlığını ve bir gün birinin buna kapılabilmesi ihtimalini görmek, varlığının farkına varmaktaydı.
Babadan devir bir Beşiktaş taraftarı olarak Beşiktaş’ın zaman zaman başarılı olduğunu duyduğumda içimde beliren sevinç duygusunu bastıramıyorum. Fakat bu sektörde yaşanan her türlü haksızlık, hukuksuzluk, suistimal, şike vesair uygulamaları, bizim ailemizde olduğu gibi başkalarını da bundan soğutup uzaklaştırdığı için içten içe bir sevinçle karşılıyorum.
Babam şu an 73 yaşını doldurmak üzere. Bu yaşta elinde radyoyla mutfakta tek başına 2 saate yakın süre geçirmesi bana dokunuyor.
Aç birinin karşısında yemek yersen, sana gıbta eder, çok azı sana kızar.
Ama yediğinden artanı dökersen büyük çoğunluğu kızar. Onun nail olmadığı nimeti bulmuşsun da fazlasını döküyorsun çünkü…
Futbolu spor olarak yapan, kondüsyon, fiziksel güç, dayanıklılık gibi sebeplerle spor kısmına vakit harcayanlara birşey diyemem. Fakat el radyoyla acaba ne olacak merakı ile geçen saatler; ben çoğu şey için vakit yetiremezken insanların benim karşımda vaktinden artanı çöpe dökmesi gibi geliyor bana, açın müsrife kızdığı gibi bir hisse kapılıyorum.
Hıyanetle suçlayacaklar için ise şunu söyleyebilirim ki, fiilen birşey yapmış değilim. Dua namına da “Allah’ım sen bunları başarısız kıl” diye dua etmiş değilim. Sadece ve sadece kalben bu davayı desteklemiyorum, Allah’tan bu milleti bu beladan kurtarmasını istiyorum.
Ümit Öztürk
Bir Cevap Yazın